.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

13 Mar 2013

İfadesi güç şeyler düşünüyorum. Şeyler... şeyler.




Can sıkıntılarını da sizinle yaşar mıydı?” diye sordu. “Bazı günler çabuk tükenirdi, ne yapacağını bilemezdi. Böyle zamanlarda hemen yatağa uzanır ve hiç kıpırdamadan uzun süre yatardı. Cansıkıntısını sessizce yaşardı benimle. Bir yandan da dinlenirdi. ‘Cansıkıntısıyla dinleniyorum ancak,’ derdi. ‘Sıkılırken dinlendiğimi anlamıyorum. İçimin yeni heyecanlar için dolduğunu hissetmiyorum. Fakat, bilmeden yeni yaşantılara hazırlıyorum kendimi.

İçimde bir Selim ölürken kalan bütün gücüyle yeni bir Selim yaratıyor.

“Birden yataktan fırlayarak bağırırdı: ‘Selim öldü. Yaşasın Selim!’ ‘Eski Selim’e hiç acımıyor musun?’ derdim. ‘O kadar çok Selim öldü ki, hangi birisine acıyayım. Ayrıca, ölülerden korkarım ben. Onlardan bana ölüm bulaşmasından korkarım.’ Gerçekten ölülerden korkardı. Babasının ölüsüne bakamamıştı.

“Bir gün, gene bir Selim öldürdükten sonra, üstüme saldırdı: ‘Bilimsel bir çalışma yapacağız bugün. İktisadın tanımı ve çeşitli iktisadi sistemlerin karşılaştırılması üzerinde incelemelerde bulunacağız. Dün, bazı serseriler, toplumu yöneten gerçek kuvvetler hakkında anlamadığım sözler ettiler meyhanede. Sizleri orada temsil eden biri olduğum için, bu kulaktan dolma filozoflar karşısında küçük düşmemi istemezsiniz herhalde.’ Masanın üstündeki kitaplara saldırdı ve ilgili bulduğu ilk kitabı önsözünden yüksek sesle okumaya başladı. Anlamadığı cümlelerde durarak, benden açıklamalar istedi. Doğrusu, sadece bir öğrenci, hem de derslere ilgisiz bir öğrenci olduğum için, ona yararlı açıklamalarda bulunamadım. Birden kızarak kitabı kapadı: ‘Tanrım! Hep önsözlerde kalıyorum!’ Durmadan yakınırdı: ‘Biraz daha ilerleyebilsem, hiç olmazsa ‘Giriş’e kadar gelebilsem!’

Ellerime sarılırdı: ‘Bana yardım edin dostum! Bütün kitapların neden yazıldığını, yazanların kimlere teşekkür borçlu olduğunu, bu kitabı yazma düşüncesinin onlara nasıl geldiğini, bu kitabın ne gibi bir boşluğu dolduracağını, hepsini biliyorum. Sonra ne oluyor? Anlatın bana.’

“Önsözler sayesinde, bütün yazarların ailelerini tanıdığını, onlarla artık akraba gibi olduklarını, ilk hayal kırıklıklarına birlikte üzüldüklerini, ilk başarılarının tadını birlikte çıkardıklarını, bütün aşklarını ezberlediğini anlatırdı. Özellikle, yazarın ilk kitaplarında çektikleri güçlüklerle yakından ilgilenirdi. ‘Hayatlarının bu bölümlerini kendi yaşantıma çok uygun buluyorum Esat Ağabey. Sonra, beni yarı yolda bırakıp gidiyorlar. Bu başarısız yılların hikâyesine kendimi öyle kaptırıyorum ki, unutuyorum sonradan meşhur olduklarını; onlara, dolayısıyla kendime acıyorum. Başarıdan sonra sevimsiz oluyorlar. Ne yaptıklarını anlatmaya kalkıyorlar uzun
uzun. Sevmiyorum onları.’ Daha sonra, sözlerine kapılarak bütün kitapların yalnız önsözlerini okuduğunu ileri sürerdi. Oturduğu yerde gözlerini kapayarak mırıldanırdı:

“Hayatı ve Eserleri. Hiç bıkmıyorum bunları tekrar tekrar okumaktan. Yazarın her kitabını okurken ‘Hayatı ve Eserleri’ yeniden karşıma çıkıyor. Bir daha, bir daha okuyorum. Sanki önceden ‘Hayatı ve Eserleri’ni bilmiyormuş gibi yapıyorum: yeni baştan heyecanlanmak için. Yalnız, yazarlar arasında bir birlik bulunmaması beni yoruyor. Hiç olmazsa önsözleri yazanlar, yılda bir kere toplanmalı ve aralarında ortak esaslar tespit etmeli. Bugünkü durum esef verici. Bakıyorsun bir yazar, çok zor birleştiriyor kelimeleri. Bir türlü cümleleri kuramıyor. Öyle diyor önsöz amca. Geçer kara tahtanın başına diyor, yazar bozar, uğraşır. Bütün bunları da yarı karanlıkta yapar. İstediği cümleyi bulunca da koşar, bütün ışıkları yakar. Ben de tam bu üstadın huylarını benimsemek üzereyken, bir önsöz daha geçiyor elime. Bu önsöz de yazarın coşkun bir ırmak gibi yazdığını anlatıyor. Kendisini tutamıyor adam: bıraksan günde yüz sayfa yazacak. Bazısının ilk eseri çıkınca kapışılıyor, bazısı on tane bile satamıyor ilk kitabından. Kime hizmet edeceğimi şaşırıyorum. Onlara uşaklık etmekte zorluk çekiyorum. Biri insanlardan kaçıyor, öteki bir dakika yalnız kalmıyor. Sonunda hükümet el koyacak bu işe. Hepsine haddini bildirecek. Bizi zehirlemeye ne hakları var?’

“Sonunda iyice sapıtırdı. Bir ‘önsöz yazarı’ olacağını, yalnız önsözler yazacağını, bunu daha kimse düşünmediği için böylece meşhur olacağını söylerdi. Neden bunu daha önce düşünmemişti? Belki onun gibi, önsöz okumaya meraklı yüz binlerce insan vardı. Bu insanların istekleri uygun bir biçimde karşılanırsa, insan bu işten zengin bile olabilirdi. Yüz binlerce insanın arzusuna cevap vermek gerekiyordu.

‘Ne gibi önsözler yazacaksın Selim?’ dedim.

“Kendi önsözümü yazacağım. Olmayan romanların yazarı Selim Işık için önsözler yazacağım. Her önsözde, okuyucunun karşısına değişik bir kişilikle çıkacağım. Bin yazar kadar, on bin yazar kadar güçlü olacağım böylece. Bazı önsözlerde başarısız bir yazar olacağım: ilk eserimin ilgi görmemesi üzerine ümitsizliğe kapılarak intihar edeceğim. Bazen de, o kadar meşhur olduğum halde anlaşılmamış olmanın ıstırabını duyacağım gene: insanlardan kaçacağım.

Tutunamayanlar / Oğuz Atay