.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

11 Oca 2016

Bir çift göz hangi yutturmacayla yalnızlığımıza sırt çevirtir bize?



"giysi bizimle hiçlik arasına girer. vücudunuza bir aynada bakın: ölümlü olduğunuzu anlayacaksınız. parmaklarınızı kaburga kemiklerinizin üzerinde bir mandoline dokunur gibi gezdirin: mezara ne kadar yakın olduğunuzu göreceksiniz. giyimli olduğumuz içindir ki ölümsüzlükle böbürleniriz: bir kravat takıldığında nasıl ölünebilir? giyinip süslenen ceset kendini iyi tanımamaktadır ve ebediyeti hayal ederek bunun yanılsamasını sahiplenmektedir. et iskeleti örter, giysi eti örter: tabiatın ve insanın ince kaçamakları, içgüdüsel ve itibarî aldatmacalar: bir beyefendi çamurdan ve tozdan yoğrulmuş olamazdı… itibar, saygıdeğerlik, kibarlık – çaresizlik karşısında bir sürü kaçış yolu. bir şapka taktığınızda, ana karnında günler geçirdiğiniz ya da solucanların yağlarınızı tıka basa yiyecekleri kimin aklına gelir?"


"sıkıntıyı hiç bilmeyen kişi, çağların doğuşundan önceki dünyanın çocukluğunda bulunmaktadır hâlâ; ahı gitmiş vahı kalmış , kendi boyutlarına aldırmayan o yorgun zamana, kendi geleceğinin eşiğindeyken âniden bir yadsıma lirizmi mertebesine çıkartılmış maddeyi de beraberinde sürükleyerek çöken zamana kapalı kalır. sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır...boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen-ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır..."

"zira eğer hepimiz panayır cambazı olmasaydık, eğer bilgiç bir şarlatanlığın hünerlerini öğrenmiş olmasaydık, nihayet edepsizlik ya da trajedi düzeyinde samimi olsaydık yeraltı dünyalarımız okyanuslar dolusu kin kusardı, bu okyanuslarda kaybolmak şeref payemiz olurdu: böylelikle onca acaipliğin ve yüceliğin yakışıksızlığından kaçmış olurduk"

"seven kişi aşkı incelemez, harekete geçen kişi eylem üzerine hiç düşünmez: insanoğlunu araştırıyor olmam, olmaktan çıktığı içindir; kendi kendimi incelemem de artık "ben" olmadığımdan: tıpkı diğerleri gibi nesne haline gelirim. imanını tartan mümin sonunda terazinin üzerine tanrı'yı koyar ve ancak yitirme korkusuyla coşkusunu ayakta tutar. safdilliğin, bütünsel ve otantik varoluşun tam zıddında yer alan ahlakçı, kendisiyle ve ötekilerle karşı karşıyalık içinde tüketir kendini: soytarıdır, art düşünceler mikrokozmosudur, insanların yaşamak için kendiliğinden kabullendikleri ve tabiyatlarına kattıkları yapaylığa katlanamaz: duyguların ve fiillerin nedenlerini dillendirir, uygarlığın benzeştirimlerinin maskesini düşürür: onları sezinlemiş ve aşmış olmanın acısını çekmesindendir bu; zira bu benzeştirimler yaşatılırlar, yaşam'dırlar; halbuki onun varoluşu, bunları seyre dalarken, var olmayan ve var olmuş olsa bile kendisine eklenen yapaylıklar kadar uzak olacak bir "tabiat" arayışı içinde yolunu yitirir."

"bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir. bu ödlekliğin bedelini pahalıya öderiz. insanlara bağlı olarak, dilencilik kabiliyeti olmadan yaşamak! şişinen şanslılar, şu giyimli maymunlar önünde alçalmak! yazgınızın, hor görülmeye bile layık olmayan şu karikatürlerin insafına kalması!... toplum bir dert değil bir felakettir: içinde yaşayabilmemiz ne enayi bir mucize!"

her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar…

vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. her insan, kendinin bir şey önereceği ânı bekler: ne önerdiği önemli değildir. bir sesi vardır ya, o yeter. ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz…

çöpçüsünden züppesine kadar herkes, cinaî cömertliğinin kesesinden harcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır; hepsi, herkesin adımlarına yön vermek ister: ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edilmez bir hale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur: başkalarının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadar endişe duyar ki, kendi “benliği”ni bir dine çevirir, ya da tersten havarilik yaparak “benliği”ni yok sayar: evrensel oyunun kurbanıyızdır…

varoluşun veçhelerine getirilen çözüm önerilerinin bolluğu, ancak bu önerilerin nafilelikleriyle mukayese edilebilir. tarih: ideal imalathanesi… huyu suyu belli olmayan mitoloji, sürülerin ve yalnızların taşkınlıkları… gerçekliği olduğu haliyle tasarlamanın reddi, ölümcül kurgu açlığı…

fiiliyatımızın kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamak’tan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. ama yaşamak, kendi boyutlarına karşı körleşmektir…

bütün fiiliyatımız –soluk almaktan imparatorluklar ya da metafizik sistemler kurmaya kadar– kendi önemimiz hakkında bir yanılsamadan, bilhassa da peygamberlik içgüdüsünden çıktığına göre, kendi hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar olmaya ve kendini kurtarıcı gibi göstermeye kim çalışırdı ki?

“ideal”siz bir dünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız bir ebediyet hasreti… cennet… fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bile var olamazdık: içimizdeki peygamber, bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır.

ideal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde normal insan, içindeki hiçlik’ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır… onu işittiğimi farzediyorum: “amaçtan, bütün amaçlardan koparılmışım; arzularımın ve burukluklarımın sadece formüllerini muhafaza ediyorum. sonuca bağlama eğilimine direndiğim için ruhu yendim; tıpkı hayatı da, onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak yendiğim gibi… insanın seyri – ne mide bulandırıcı şey! aşk – iki tükürüğün karşılaşması… bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. asalet varoluşun yadsınmasındadır, harap olmuş manzaralara tepeden bakan bir tebessümdedir yalnızca.

(vaktiyle bir “benliğim” vardı; artık sadece bir nesneyim… yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar hafiftiler. içimdeki peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hâlâ bir yerim olabilir ki?)

bir pazar ogleden sonrasina donusmus evren sıkıntının da tasviridir bu-evrenin de sonu...

hayat, ancak muhayyilemizin ve hafizamizin zayifliklariyla mumkundur.

eczanelerde varolusa karsi hicbir ozel ilac yoktur- yalnizca palavracilar icin kucuk ilaclar... peki berrak, alabildigine eklemlenmis vakur ve kendinden emin umitsizligin panzehiri nerededir? butun varliklar mutsuzdur ama ne kadari bunu bilir? mutsuzluk bilinci bir can cekisme aritmetiginde ya da devasizlik sicilinde boy gostermeyecek kadar vahim bir hastaliktir. cehennemin itibarini dusurur ve zamanin mezbahalarini kir siirlerine cevirir . hangi gunahi isledin de dogdun? hangi sucu isledin de varsin? acin da kaderin gibi sebepsiz.
zaman'in cumlesinde, insanlar virguller gibi yer alirlar; sense onu durdurmak icin , nokta olarak hareketsizlestin.

kader- magluplar terminolojisinin gozde sozcugu...

zihin ayniligi kesfeder, can sikintiyi vucut tembelligi. evrensel bezginligin üç bicimiyle ifadesini bulan ayni degismezlik ilkesidir bu.

deliler disinda hic kimse yalnizken gulmez.

hayalci fatih , insanlarin basina gelebilecek en buyuk ugursuzluktur.

anonim ter , toplumun temeli.

hayat bir uygarligin yegane saplantisi haline geldiginde o uygarlik dususe gecer.

ideolojiler yuzyillar boyunca ayakta duran barbarlik temeline bir cila cekmek icin, butun insanlarin paylastigi caniyane egilimleri ortmek icin icat edilmislerdir sadece.

önyargi kendi icinde yanlis, ama nesiller tarafindan biriktirilmis ve aktarilmis olan organik bir hakikattir.

bizzat gelecegi bir mezarlik gibi olmayi bekleyen her seyin potansiyel mezarligi gibi goren kisiyi bezginlik beklemektedir.

umit bir kole meziyetidir.

her tarafta isteyen insanlar... capsiz ya da esrarengiz hedeflere dogru kosusturan adimlarin maskaraligi, cakisan iradeler herkes bir sey istiyor, kalabalik bir sey istiyor bilmem neye dogru yonelmis binlerce insan.
onlari izleyemezdim hele onlara hic meydan okuyamazdim. sasirip kalirim: onlara bunca canliligi hangi mucize veriyor? olaganustu hareketlilik: bu kadar az ette bunca hayatdoluluk ve bunca histeri!

kotumserlik- beklentilerini bosa cikarmasindan oturu hayati affedemeyen magluplarin o zalimligi.

urkuntu devirleri sukunet devirlerini bastirir; insan olay bollugundan ziyade olay yoklugundan rahatsiz olur; tarih de onun can sikintisini reddetmesinin kanli urunudur.

emil michel cioran / Çürümenin Kitabı