.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

28 Ağu 2020

Güzel Irmak


 

Şiir ayın karanlık yüzüne vurmak, üçgenler, daireler, koniler çizmek, tarihsiz nesnelerin, * kulakla­rında adları yazılı çocukların yanı sıra yürümek, en derin sarıyı bulmak, onmaz bir gurbet duygusuyla yaşamak, engin ve lekesiz yolculuklar yapmak, deni­zin yorgun çağlarının fotoğrafını çekmek, solgun bir kasımpatıyla dolaşmak, sabahları sarı, akşamları nefti geçen Pera tramvaylarına asılmak, aşkı (o sulusepken) örgütlemek, orta ağırlıktaki bir ata 35 gr. çay biçmek, Cumhuriyet adlı buharlı gemilere bin­mek, Çin'de uyanmak, sıradan insanlar, puhular, mihaliki kuşlarıyla yarenlik etmek, ölüme (şiirin o kazıbilimine) gemici düğümleri atmak, yatağına uzan­mış çocuk İsa ile güzelim kirpikli Muhammet'le çölde bir aşağı bir yukarı dolaşmak, geleceği, (ve) ( sonsuzu içeri buyur etmek ( ve de ) senin ağzınla gidip gelmek için vardı..


Gecedir şiir. Kapalı odalarda görür işini. Kara kitaplar okur..

Bir çeşit dervişlik, keşişliktir şairlik. Yıllarca küçük bir yeraltı suyu gibi yaşayacaksın; bir gün yeryüzüne çıkma özlemini de hiç yitirmeyeceksin, bunu büyük bir alçakgönüllülükle kabul edeceksin; ve bir gün, bir gün ışığını gördüğünde de, bir kıyıya çekilip ordan bakmasını bileceksin. Bir çilehane adamıdır şair. Hayatı yoktur..


Bugün bazı şiirlere iyi, büyük diye kaftanlar biçiyorsak, bunda onların alçakgönüllü olmalarının büyük payı vardır. Bütün iyi şiirler gösterişsiz, alçak­gönüllü yapılara benzerler. Bilgiçlik taslamazlar, büyüklüklerini gizlerler sanki. Şaşılacak bir şey yoktur bunda. Nice yollar tepip gelmişlerdir, alçakgönüllülüğü bunun için elden bı­rakmazlar. — 'Gümüş yıldönümünde bulunamayacağım.' 


İlk dizededir (bu karanlıklar prensi) bütün iş; şiirin yapısını, yani içeriğini, biçimini—ki ikisi de ayrılmaz, ikiz kardeşlerdir —, boyunu boşunu o saptar, şiirin gizli tarihini o çizer. Dünyayı depolar sanki ilk dize: Bir yerlerde başını çıkarmış, kendi halindeki bir otu o görür, çocukların, anayasaların, işçilerin elinden o tutar; mutsuzluğun, karanlığın üstünü o çizer; aşka, ölüme kaftanları o biçer; (sırtın bana dönük, senin o güzelim gözlerine de okları o atar elbet) (sonra da) daha böyle nice şeyi gövdesinden (bu dizeler impara­torluğundan) sayfaya,* o 'çamur melekleri'nin (Voz-nesensky) beyaz kâğıtlarına (beyaz cinseldir) o dü­şürür**. Hem gök*** aşağılarda zaten yerinden oynamış, ağmıştır. 

(*) Şair sayfayı görür. 

(**) Bazen bir yaprak gürültüyle düşer ya. öyle. 

(***) Gök, usun geçici yokluğundan yararlanmasını bilir..


Roman Jacobson 'Şair-Ressamlann Sözsel Sana­tı' adlı bir yazısında (ki Blake, Gümrükçü Roıısseau, Klee'yi amaçlar), bu ressamların üç şiirini alıp, bunların ortaya koyduğu yapıyla, bu şiirlerle ilgil, resimlerinin yapılarının koşutluğu üstünde durur. Doğal bu. Resim gibi şiirde bir yapı sanatıdır. Her resim gibi, her şiirde bir omurga, bir çatı. omuriliği, sinirsel organlar koyar. Özsuyu bu kanal [ardan, onların yardımıyla akıtır. Her şiirde bu yap kolaylıkla görülür. Belki de bu resimdeki gibi açılı seçik olmayabilir, ama bu o şiirin böyle bir iskeleti, yapısı yoktur anlamına gelmez. Şiir morg odalarından çıkmaz. — Eskimolar yaşıyor mu? 


Şaşırtıcıdır şiir: Onmaz yolculuklar yapar; kuşla­ra, sokak adlarına, kuşatılmış aşka, suda boğulmuş kızlara, ölüme takar aklını; yalnızlığa, coğrafyaya, altın çocukluğa soyunur (ruhu Tasalya'ya doğru akıyordur); sık sık sevda çıkmazlarına girer, kendi halindeki üçgenleri, konileri ay artır;* ak favorili bir Yahudiye, solgun bir taverna çocuğuna güler; Sirke-ci'de çadır kurar; vebalılarla dolaşır; sürgün (o menfa) yolunu çeler; kimsesiz bir ateş böceğiyle konuşur; yoğurtçu, şekerci, eskici dükkânlarına uğrar; kasaba­larda bando yönetir; sevgilinin yüzünü sıyırıp geçer (İzmir'den geçiyordur); tarihin kapalı tavernalarında Aix'li ton balığı tüccarlarıyla deniz dibi haritalarına dipnotlar düşer (deniz dibi haritaları tarihin çıkmaz sokaklarıdır); 

(ve) suça atar kancasını!

Şiirin vakti yoktur. — Hoşça kal, hoş çakal, hoşça kal!

(18 Kasım 1918 - 28 Ağustos 2008)
 

size daha önce hiç, "eğer şiir okunacaksa evvela ilhan berk'ten başlanmalıdır..." demiş miydim; demediysem şimdi diyeyim ve bu sözüme şu iki mısrayı kanıt göstereyim:

"ağzımdan öp diyordum daha çok ağzımdan öp beni
insan yaşarken bilmez yaşadığını"

ben ki, aklımda çok fazla mısra tutamam -düşünün, kendi yazdıklarımı bile unutuyorum-, fakat bu iki mısrayı okuduğum o ilk günden beri unutmuş değilim; ne vakit böylesine dehşetli mutlu hissetsem kendimi, dakikasında berk'in bu iki mısrasını dudaklarımda çiğnemeye başlarım...