.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

25 Ağu 2020

otomatik portakal

 

 


"iyilik kişinin içinden gelir. kişi iyiliği seçebilmelidir. kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir." 

"...gençlikte oldu olanlar.şimdi kardeşlerim, bu öyküyü bitirirken artık genç değilim , hem de hiç.alex artık büyüdü."

15 16 yaşlarında bir genç olan alex'in ağzından anlatılıyor otomatik portakal.

neredeyse tüm değerlerini kaybetmiş bir toplum düşünün: geceleri sokaklar acımasız çetelerin eline düşüyor öyle ki insanlar dövülüyor,genç kızlara tecavüz ediliyor, marketler yağmalanıyor,kitaplar yırtılıyor... işte böyle karanlık bir atmosferde alex de bir çete lideri. tüm bu saydığım şeyleri yapıyor ve daha kötüsü yaptıklarından hiçbir pişmanlık duymuyor. ana karakteri kötü olan bir kitap ama öyle karakter gelişimi geçirip de iyi olmuyor hiçbir zaman gerçekten kötü bir karakter alex ,ilginç değil mi? işte böyle bir ortamda hükümet, suçluları topluma kazandırma yolunda bir proje başlatıyor psikolojik bazı süreçlerin ardından bu "kötü"insanların iyiye yönelmelerini daha doğrusu iyiye "zorlanmalarını" sağlıyor. işte burada ayrışmalar başlıyor:bir insanın seçim özgürlüğü elinden alınabilir,iradesi bir hiç sayılabilir mı? yazar bu konu üzerinde çok durmuş şu satırlardan da aslında ne düşündüğünü öğrenebiliriz:"tanrı'nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme
şansına sahip olabilmek mi? kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli
tanrı'nın gözünde?"

"iyilik kişinin içinden gelir. kişi iyiliği seçebilmelidir. kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir." bir katil,bir tecavüzcü yaptıklarından pişmanlık duymuyorsa hangi ceza ona kafi gelebilir ki ? bu insanları topluma kazandırmanın ,en kısa zamanda tekrar yapacaklarını bile bile ,bir yolu olabilir mi?böyle bir durumda bu tür kişinin iyi ve kötü arasında seçim yapma şansını elinden almak daha mı doğrudur? kitabın ortalarında bu şekilde düşünerek yazara ters düşsem de kitabın sonlarında doğru olan bu muydu diye düşünmeye başladım. ınsanların seçim yapabilme özgürlükleri olmazsa makinelerden ne farkı olurdu? iyi ve kötü birbirinden nasıl ayrılırdı? ama bu bahsettiğimiz sıradan bir insan değildi ki diğer insanların özgürlüklerini kısıtlayan çevresine zarar veren biriydi. o zaman istisna yapılabilir miydi? peki bu insanın kötü olmasını sağlayan çevresel nedenler yok muydu ? onun bu hale gelmesine toplum sebep olmuş olabilir miydi?yine yazarın bu konuda ne düşündüğüne şu şekilde ulaşabiliriz "yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, dine bağlı, uslu terbiyeli olmaları söz konusu değildir."işte bu şekilde çok ikileme düştüm kitabı okurken.toplumun bizzat kötü yaptığı birinin yine onun kurallarıyla iradesine el koyunca yeni bir kurban yaratmış olmuyor muyuz?


"modern çağın bir kurbanı..." tüm bunların dışında kitap gençlikten yetişkinliğe geçiş dönemini çok iyi anlatıyor.gençliği o kadar iyi özetlemiş ki :"ama gençlik, hayvanlar gibi davranmaktır. hayır,tam olarak hayvanlar gibi değil de, daha çok şu küçük oyuncaklar gibi davranmaktır. hani sokaklarda satarlar ya,içinde mekanizması, dışında da anahtarı olan küçük teneke adamlar vardır, anahtarını grr grr grr kurarsın, bırakırsın yürür gider ya kardeşlerim. ama düz çizgide gider ve tabii bir şeylere toslar, düz gider tos tos toslar, yaptığından vazgeçemez. işte genç olmak, bu küçük makineler gibi olmaktır." ve de karakterin büyümeye başladığını anladığı an var kitabın sonunda alex'in iyi biri olduğundan bahsedemeyiz sadece büyüyor :"...sonra vücudumun içinde koca bir boşluk hissettim ve kendime çok şaşırdım.ne olduğunu anladım kardeşlerim.büyüyorum."

"koltuk altında kitaplar taşıdığını görüyorum kardeşim, bu günlerde kitap okuyan birilerine rastlamak nadide bir zevk kardeşim."

"bugünlerde bütün insanların makinelere dönüştürüldüğünü ve aslında daha çok meyve gibi doğal bir şey olduğumuzu anlatıyordu..."

"toplumun onayladığı eylemlerin dışına çıkamıyorsun, yalnızca yapmakla görevli bir makinesin."

"bir akıl çağının kafirliği: doğruyu görür ve onaylar ama yanlışı yaparım."

"pencereyi açın da içeri temiz hava girsin, taze fikirler girsin, yeni bir hayat tarzı girsin."


iyilik dayatılmış bir insandan bazı açılardan daha üstün olabilir miydi?

kendinizi sorguladığınızı varsayalım; "kötü biriyim ben." der misin kendinize? bir iki hatamız olsa da genel olarak iyiyizdir, herkesin iyiliğini düşünür ona göre hareket ederiz. peki neden? bunca suç yaşanırken kimse kötü olduğunu kabul etmez? işte bu paragrafı okuduğumda ilk düşündüğüm şey bu oldu. cevap da çok uzakta değil yine aynı paragrafta, çünkü iyi olmaktan başka seçeneğimiz yokmuş gibi eğitiliyoruz hatta onu kişiliğimizin parçası haline getiriyoruz farketmeden. ama o kadar sinsiyiz ki yaptığımız "başkası için kötülük" olsa bile iyi olduğuna ikna ediyoruz vicdanımızı. kendi davranışlarımızda iyilik ile kötülüğün farkını ayırt edebilecek kadar körüz. dayatmayı başta kendimize yapıyoruz. üstün insan olmanın en temel zorluğu da bu belki de.




sonra acılarımın ve kusma isteğimin arasında,o cızırdayarak gürleyen müziğin kimin olduğunu farkettim,ludwig van'ındı,beşinci senfoni'nin son bölümüydü ve bunufark edince,manyak gibi ciyakladım.
"durun sizi aşağılık iğrenç ibneler.günah bu, evet,pis bağışlanmaz bir günah sizi piç kuruları!" hemen durmadılar çünkü daha bir iki dakika vardı...insanlar marizleniyorlardı ve kan içindeydiler,sonra yine idam mangaları gösterildi,sonra da bildiğimiz nazi bayrağıyla son yazısı çıktı.(...)
-günahtan kastın nedir ha?
-o dedim çok hasta bir şekilde ludwig'i öyle kullanmak.onun kimseye zararı dokunmadı beethoven müzik yaptı o kadar.(...)
müzik dedi doktor brodsky düşünceli filan bir edayla. "müzik seviyorsun demek.ben şahsen hiç anlamam .tek bildiğim faydalı bir duygu yükseltici olduğu.vay vay vay bu konuda fikrin nedir branom?"
"elden bir şey gelmez" dedi doktor branom .
"hapisteki şairin dediği gibi ,her insan sevdiği şeyi öldürür.ceza öğesi budur belki de.."

"ölçüsüz şiddete ve bütün o bok püsüre aldırmıyorum.onlara katlanabilirim.ama o müziği kullanmanız haksızlık.muhteşem ludwig van'ı ve g.f.handel'i ve diğerlerini dinleyince hastalanmam haksızlık.bütün bunlar,hepinizin kötü kalpli piç kuruları olduğunuzu gösteriyor ve sizi asla bağışlamaycağım ibneler"


yazarın sözüyle bitirelim yazımızı:“tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…

tavsiye: pavlov’u bir araştırın okumadan. klasik koşullanma nedir, pavlov ne yapmış iyi bir öğrenin.

Stanley Kubrick tarafından uyarlanan 1971 yapımı 137 dk.lık filmi de mevcuttur.

kitabın jargonuyla noktalamak gerekirse:
oku, oku, oku!
izle, izle, izle!
düşün, düşün, düşün!