Beni yatak odasına aldı ama kapıyı açık bıraktı. Yatağın üstüne oturduk, birbirimizden uzak.
“ne iş yaparsın?” Diye sordu.
“yazarım.”
“ne güzel! Nerede yayımlandın?”
“henüz yayımlanmadım.”
“henüz yazar olamamışsın öyleyse?
“evet. Ve bir genelevde kalıyorum.”
“ne?”
“haklısın, henüz yazar olamamışım.”
“hayır, sonra ne dedin?”
“bir genelevde kalıyorum.”
“genelevlerde mi kalırsın hep?”
“hayır.”
“neden asker değilsin?”
“psikiyatra takıldım.”
“şaka ediyorsun?”
“ne mutlu bana ki etmiyorum.”
“ülken için savaşmak istemiyor musun?”
“hayır.”
“pearl harbor‟ı bombaladılar.”
“duydum.”
“adolph hitler”e karşı savaşmak istemiyor musun?”
“sanmıyorum. Başkalarının savaşmasını yeğlerim.”
“sen bir korkaksın.”
“evet, öyleyim. Birini öldürmek bana zor geldiği için değil, barakada kalmaktan hoşlanmam, bir sürü horlayan insan, sonra bir salağın üflediği boruyla uyandırılmak. Insanın tenine batan o bok yeşili üniformaları da hiç sevmem; tenim çok hassastır.”
“hassas bir yerin olduğuna sevindim.”
“ben de, ama tenim olmasaydı keşke.”
“teninle yazmayı denemelisin belki de.”
“sen de yarığınla.”
“aşağılık herifin tekisin. Ve korkak. Birilerinin faşist ordulara dur demesi gerek. Nişanlım deniz teğmeni, şu anda burada olsaydı seni evire çevire döverdi.”
“döverdi herhalde ve ben daha aşağılık biri olurdum.”
“kadınların yanında nasıl davranılacağını öğrenirdin en azından.”
“haklısın galiba. Mussolini’yi öldürsem bir beyefendi olmaya hak kazanır mıydım?”
“elbette.”
“hemen orduya katılayım öyleyse.”
“seni istememişler, unuttun mu?”
“unutmadım.”
“ne güzel! Nerede yayımlandın?”
“henüz yayımlanmadım.”
“henüz yazar olamamışsın öyleyse?
“evet. Ve bir genelevde kalıyorum.”
“ne?”
“haklısın, henüz yazar olamamışım.”
“hayır, sonra ne dedin?”
“bir genelevde kalıyorum.”
“genelevlerde mi kalırsın hep?”
“hayır.”
“neden asker değilsin?”
“psikiyatra takıldım.”
“şaka ediyorsun?”
“ne mutlu bana ki etmiyorum.”
“ülken için savaşmak istemiyor musun?”
“hayır.”
“pearl harbor‟ı bombaladılar.”
“duydum.”
“adolph hitler”e karşı savaşmak istemiyor musun?”
“sanmıyorum. Başkalarının savaşmasını yeğlerim.”
“sen bir korkaksın.”
“evet, öyleyim. Birini öldürmek bana zor geldiği için değil, barakada kalmaktan hoşlanmam, bir sürü horlayan insan, sonra bir salağın üflediği boruyla uyandırılmak. Insanın tenine batan o bok yeşili üniformaları da hiç sevmem; tenim çok hassastır.”
“hassas bir yerin olduğuna sevindim.”
“ben de, ama tenim olmasaydı keşke.”
“teninle yazmayı denemelisin belki de.”
“sen de yarığınla.”
“aşağılık herifin tekisin. Ve korkak. Birilerinin faşist ordulara dur demesi gerek. Nişanlım deniz teğmeni, şu anda burada olsaydı seni evire çevire döverdi.”
“döverdi herhalde ve ben daha aşağılık biri olurdum.”
“kadınların yanında nasıl davranılacağını öğrenirdin en azından.”
“haklısın galiba. Mussolini’yi öldürsem bir beyefendi olmaya hak kazanır mıydım?”
“elbette.”
“hemen orduya katılayım öyleyse.”
“seni istememişler, unuttun mu?”
“unutmadım.”
Charles Bukowski, Sevimli Bir Aşk Hikayesi
Parantez Yayınları, İstanbul 2001, 1.Baskı, Çeviri Avi Pardo, sf.15