.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

11 Şub 2011

Tutunamayanlar'ım






Belki de hayatın gerçek sahibi tutunamayanlardır..Gerçek olan onlardır belki..
Hayatın siyah renginde yaşayan ,beyaz ruhlar..

Gözlerinde tevazuun ışığı; yerde ki karıncayı o mu ezdi.Emine ninenin ayağına takılan taşı o mu oraya koydu?
Güler teyzenin kesilen gazı ve elektiriğinin sorumlusu kendisi mi?

Naylon torba bu kadar zararlıysa neden zebil gibi naylon torba üretip kullanıyoruz?

Bu keneler bunca yüzyılın ardından niye öldürücü hale geldi?
Kabilinden düzinelerce soru ve sorunun alınlarına mikroskobik ve milimik çizgiler ( yalnız kendilerince görülen ve bilahare kafaya takılan) olarak yansıdığı görülen insanlar...

Belki azınlık değilde çoğunlukturlar.Belki ötekilerdir,istisna olan.

''Fazla görüyorsun,Eomer !'' (yüzüklerin efendisi'nden) fazla görmek , fazla duymak..

Onlar yalnızdır.Ya da kendilerini  kalabalığın ortasında yalnız hissederler.Hiç bir zaman iyi reklamcı olamamışlar.''ben !ben ! '' diye dolaşmayı öğrenememişlerdir.
Atalarına güvenip ''Ayinesi işitir kişinin,lafa bakılmaz''  sözünü düstur edindikleri görülür..

Oysa çağ.Lafıgüzaf çağıdır. ''ben şunu yaptım, bu işi başardım'' diye insanların gözüne gözüne sokmalı,ortada ilan etmeli en küçük beceriyi..
Büyük bir başarı göstermişsin.Amma ve lakin başarını kimseye gösterememişsin.O halde sen koskoca bir ''Hiç''sin.Kimse tanımaz seni,tebrikde edilmezsin,aferinde alamazsınç ( kusura bakma dostum ! sen kendini kale almazsan,kimse seni kale almaz ! )

Tevazuu ne büyük erdem(-di).Şimdiyse; saflık,enayilik manası kazandı.Yok yok ''kaybetti''
Herkes yalnız bu hayatta.Ama bazıları daha yalnız..
Belki yalnızlar, hayata tutunamayanlar çoğunluktadır.Gördüğü tahsil,yüksek eğitim seviyesi ve kültürü kimseyi ; gamsız,rahat ve hayatın kazanan tarafı yapmaya yetmiyor.
Yüksek ruhların hisleri güçlüdür, en çok da acıyı duyarlar.Büyük beyinler düşünmeden edemez.

Velev ki küçük bir köyde çiftçi,dağ başında bir çoban,evrenkentte (üniversite) profesör olsun.

''Bazen kendimi göğe çıkmış,bulutların üzerinden aşağı izliyor gibi hissediyorum.Sanki dünyanın dışına çıkmışım,ne yapıyor bu insanlar diye şaşırıyorum.Bütün sözler anlamını yitiriyor o anda.Kimi zaman bir düğünde oynayanlara bakarken iyiden iyiye tuhaflaşıyorlar o insanlar.Kafamın içinde elini kolunu sallayan ritmik seslerle hoplayıp zıplayan garip hareketler yapan tiplere dönüşüyor..
Bazense pek eylenirim, kendimde katılırım oyuna,

Tuhaf olan dünya mı yoksa sen misin ?

''...........,sen , Tutunanlardansın öyleyse''
''Belki..''
''O kitapta kendini bulan ,sever onu.''

Tutunamayanlar mı ayrıksı yoksa hayatı avucunun içine hapsetmiş olanlar mı ?

Dünya yı bir avuç mutlu azınlık yönetiyor.İşin Özeti bu !

Züleyha Öztürk Oğuz

Tutunamayanlar

6 Mart

Bu kıskanç korku gelinceye kadar, yaptıklarım bakımından değilse de, aklımdan geçenler bakımından aşağılık bir hayat yaşadım. Büyük ve güzel şeyler yerine, aşağılık şeyler düşündüm. Şimdi de durum düzelmiş değil; hiçbir şey düşünemiyorum. Çok bayağı bir olay. Neresinden tutulursa insanın elinde kalıyor: dağınık ve çürük bir örgü. Evet, haklıydı akrabalar. Ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. Allah beni kahretsin ve ediyor da. Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor, bece- remediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki, Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız cehenneme. Sizin haklı olmanız bana hiçbir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. Siz de sevimli akrabalarım kadar yabancısınız bana. Adı Marki bilmem ne de olsa.. Tabii, siz gurur duyuyorsunuz düşüncelerinizden. Diyorsunuz ki, Selim Işık diye bir mesele olmamıştır. Olmayan bir mesele için, düşünce tarihinin insanı yücelten gelişimini bozamayız. Siz, kendini şövalye sanan Don Kişot gibi ilginç de değildiniz üstelik. Özür dileriz, bizi rahatsız etmeyiniz. Düşünecek meselelerimiz var. Her gün yüz binlerce insan ölüyor. Ancak, ilginç olaylarla uğraşabiliriz. Next please!
İyileşmek istemiyorum. Artık bu kadarını ümit etmiyorum. Göğsümde sıkışıp kalmış korkuyu atabilsem yeter bana. O zaman aklım ve bedenim, istediğim gibi uyuşmuş olacak: beni yıpratan bu çelişme sona erecek.
(…)
Bütün günümü bu düşünceler içerisinde geçiriyorum; gece için yine bir hazırlık yapmadım. Oysa, gecenin geçmek bilmeyeceğini seziyorum. Bu satırları sabaha karşı üçte yazıyorum. Saat bire kadar annemi karşımda oturttum. Nefes alamıyordum; koltukta iki büklüm oturuyordum. Annem karşımdaydı. Bir kelime söylemeye korkuyordu. Ben de konuşmuyordum. Enerjiden tasarruf ediyoruz ya. Birlikte geçirdiğimiz yıllar boyunca annemle o kadar az konuştuk ki. Şimdi nereden başlayabilirim. Beni kötü yetiştirmekle suçlayamam ya onu böyle bir durumda. Ne desem fark etmez: yorum yapmadan beni dinler sadece. Olmaz. Bir insanla karşılıklı konuşacak gücüm yok. Bir insan, bir karşılık bekler sizden. Konuşurken ve dinlerken hissedersiniz bunu. Güçlü kuvvetli olduğunuz zaman önemsemezsiniz. Günseli de bana bunu hissettiriyor. Bana yararlı olmak istiyor, oysa beni yoruyor. İlgileniyor, demek ki ilgi bekliyor. Hiç olmazsa ilgilendiğinin farkedilmesini bekliyor. Annem öyle değildir. Kendini karıştırmadan benimle birlikte olmasını bilir. Hem de kitaplarda okumadan: bir yerde duymadan, içinden öyle geliyor. Bütün anneler böyle değildir. Gidip yatmasını söylüyorum: itiraz etmeden gidiyor. Karşımda oturduğu zaman düşüncelerimi hafifletiyor. İşim bitince gönderiyorum. Biraz iyileştiğimi görünce, bana yaptığın iyiliğin karşılığı olarak onunla ilgilenmemi bekleyebilir, değil mi? Hayır. Seviniyor sadece.
Uyuyamıyorum. Uykuda değişeceğimden korkuyorum. Oswald gibi uyanmaktan korkuyorum. Kendimi yormamaya çalışarak bekliyorum yatakta. Oysa, asıl bu bekleyiş yoruyor beni. Terlemeye başladım. Şaşılacak derecede zayıfladım bu terlemeler yüzünden. Önce ellerim, sonra ayaklarım terliyor, sonra bacaklarım, sırtım. Ateşim biraz düşüyor bu terlemelerin sonunda. Tekrar ateşime bakmaya başladım. Yarım saatte bir derece koyuyorum. Annem, bazen dereceyi saklıyor. Terleme geçince yataktan kalkıyorum, çamaşır değiştiriyorum ve evde dolaşmaya başlıyorum. Annemin uyumadığını, yatakta endişe ile beni izlediğini seziyorum. Bazen dayanamıyor, çekingen bir sesle, nasıl olduğumu soruyor. Ona, en aksi bir sesle, anlaşılmaz ve homurtulu bir karşılık veriyorum. Koltukla uyukluyorum çoğu zaman. Ankara’daki evi görüyorum rüyamda. Ev büyüyor, büyüyor, insanlarla dolup taşıyor. Tanıdığım bütün insanlar sığıyor evin içine. Gözlerimle, en önemsiz köşelerine kadar dolaşıyorum evi: annemle babamın pirinç topuzlu karyolasını, tahta kenarlı koltuklarını görüyorum. İstanbul’a taşınırken hepsi satılmıştı. Kafamın içini temizlemek mümkün değil demek ki.



selim ışık

önce sessizlik ve yalnızlık vardı , sonra kelimeler geldi. kelimeler geldi ama yalnızlık her şeyden eski olduğundan çıkıp gitmedi bir türlü bedenden. sonra kelimeler yetmedi ama çok başka bir şey oldu . dünya bunu fark etmedi ama olan olmuştu; selim ışık gelmişti!
selim anladı insanları ve insanların bazıları da onu. sonra selim gitti, yalnızlıksa hep oradaydı. selim'in ikinci gelişini bekledi bazıları. gelse anlarlar mıydı bu sefer onu? sanmıyorum ama onu özlüyorum , yine de gelmesini istiyorum aldırmadan bu anlamaktan korkan insanlara. selim ışık anlaşılmamaya alışık zaten. yeter ki buralarda olsun. 
şimdi biz burdayız... tutunduğunu sananlar ... şişt, sessiz olun. duymasın selim burada olduğumuzu...sahi biz burdayız peki ya selim nerede? daha çok papatyanın olduğu bir yerdedir kesin. geri gelmemesini daha iyi anlıyorum şimdi.


"...... bütün hayatı boyunca konuştu. sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkabildi ortaya: bir tek kelime. çoğul bir kelime. unutamadığı bazı insanları birleştiren bir kelime. bu sefer, düşüncesini süleyman kargı'dan başkasına açıklamadı. süleyman da kimseye söylemedi. bütün hayatında tutanamayanlardan kaçtığını sezer gibi oldu. kendisine de bulaşmalarından korktuğunu anladı. onlara yapmış olduğu bu haksızlığın ıstırabıyla kıvrandı. onların gerçek temsilcisi olmak için eline çok fırsat geçmiş olduğunu ve bu fırsatları kaçırdığını anladı. bu düşüncelerden de kaçmaya çalıştı. bütün hayatınca düşüncelerinden kaçmıştı. son olarak odasına sığındı. kapıyı kapattı. sesleri duymaz, görüntüleri görmez olmaz oldu. yemek yemez, içki içmez oldu. dostundan kaçar, düşmanını bilmez oldu. sığındığı son yerde de onu buldular. yerini tespit ettiler. bütün tanıklar dinlendi. savunmalar alındı. geregi dusunuldu. hiçbir etki altında kalmadan bağımsız olarak karar verildi. adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti."


selim, gidendir.


ve selim'cim ışık gibi bir aşık, bir aşkı böyle anlatır: 

"seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım bütün okuduklarımı düşündüklerimi hissettiklerimi anlatmalıyım onların senin gözlerindeki yansımalarını bilmeliyim hayır hepsini yeni baştan okumalıyım düşünmeliyim senden önce ve senden sonra bütün bunlar ne ifade etmiş ne ifade ediyor bilmeliyim senin masallarını yaşamak istiyorum başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum seni tanımadan önce hiç koku almazdım yaşamakta geç kaldım benim gibi okusaydınız kirli sokakları yosunlu duvarları çarpık taşlı binaları severdiniz tanışmadan severdiniz insanları onları birbirine benzemedikleri halde bir yanlarıyla derinde bir yerde aynı olduklarını görürdünüz beni dinlemeyeceksiniz biliyorum beni unutacaksınız beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma ben başka türlü olmak istiyordum size çok ilginç geldiğim bu durumumu değiştirmek bambaşka insan olmak istiyordum fakat kendimi başka türlü yapmak elimden gelmedi beceremedim hiçbir şey söylemeden susarsam sanki neyi anlatamadığım anlaşılacak başkasında günahları affetmek kolay ilk anda ne kadar acı gelirse gelsin başkalarının yaşattığı ıstırapları unutuyoruz seni de üzeceğim hayaletler beni daima rahatsız edecek seni istediğim gibi dinleyemeyeceğim daima aklım bir çalıya takılacak huzursuzluğum beni gölge gibi takip edecek bu yükü taşıyamazsın boşuna çırpınma senin gibi bir insanla yaşamayı ilk düşündüğüm zaman görseydim seni belki başka türlü olurdu oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yığıldı ki istesem de atamıyorum yaşamak artık beni yoruyor yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir hatırladıkça bunalıyorum beni arayıp bulmalıydın bu kadar geç kalmamalıydın gözlerinde göremiyorum kendimi artık kendimi seyretmekten de hoşlanmıyorum aynalarda vitrinlerde su birikintilerinde görmek istemiyorum daha fazla incinmemek için duygusuzluk ve alay kabuğunun içinde korunmaya çalıştı öyle acılaşıyordu ki ona artık kimse dayanamasın kimse yüzünü görmek istemesin diye bilerek eziyet ediyordu acıklı sözler benim üzerimdeki etkisini kaybetti fakat seni etkileyecektir bunu düşünmeliyim her şeyi iyi hesap etmek zorunda olduğum için özür dilerim fakat düzeltmek imkanım kalmayacağı için buna mecburum yıllardır hayalimde bu mektubu yazacağım insanın beni kurtarmasını yaşadım ne yazık ki insan ölmek üzere olduğu anda bile hayal gücünün eksikliğinden olacak yeteri kadar kötülük edemiyor kelime oyunu gibi bir şey olarak kalmak isterim "


Tutunamayanlar Üzerine Bir Deneme

 

"Oyun kuralları, hayatın kurallarıdır; oyun içinde bunların saçmalığı da ortaya çıkar. O ise hayatın kurallarını ne benimseyebilir, ne de onları uygulayabilir. Bu kuralları ancak oyunda açıklıkla kavrar, onları ancak oyunda rahatça uygulayabilir. Hayatta ise öylesine naif ve yardıma muhtaçtır ki, herkes, ona akıl verme hakkını kendinde bulabilir." (Tutunamayanlar) 


Kimilerine göre basit bir vazgeçiş, bunalım ve intihar romanı. Benim de içinde bulunduğum bazılarına göre ise hayata karşı çekilmiş bir kılıç, hayatın davet edildiği bir düello, hayata karşı kaleme alınmış bir manifesto. 
Tutunamayanlar ilk olarak basıldığı 1970'lerde hiç dikkat çekmedi. Kitap, yayınevi için bir fiyaskoydu. Oğuz Atay'ın öldüğü yıl 1977'de de bu fiyasko devam ediyordu. 
Ancak insanların düşüncelerine atılan karanlık bir ağ olan 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Tutunamayanlar okunmaya başlandı. Özellikle sol tarafından. Bu durumun nedenini Mesele Dergisi'nin 6. sayısında Bekir Tarık şöyle tanımlıyor; 
"Çünkü, Olric'le beraber biz, anlamanın olduğu kadar direnmenin de , anlatmanın olduğu kadar savaşmanın da başka biçimlerini gördük, öğrendik. Kimsenin Olric'i olmadığı ve hatta Olric'e ihtiyaç duymadığı 70'ler boyunca Oğuz Atay'ın ve eserinin yeterince ilgi görmemesini kabul etmekte zorlanmayacağız buradan bakınca." 
70'lerde bir insanın yanında arkadaşı, komşusu, eşi, yoldaşı kısacası bir insan vardı. 80 darbesinin toplum üzerine saldığı korku canavarı ve yine 80 darbesi sonrası uygulanan kalkınma programlarıyla ülkeye dayatılan neo-liberal politikaların etkisiyle toplum içinde insan yabancılaştı, yabancılaştırıldı. Hayatta tek başına bırakıldı. 
Kendisinden dahi güven duymayan, para uğruna her şeyi yapabilen bir insan kuşağı yetiştirildi. Vicdanı benliğinin yeni düzenin kurallarına uymasını engelleyenlerse, hayat karşısında beceriksizleşti. Beceriksizler tutunamadı. Bu süreçte bu kuşatılmışlıktan kurtulmak isteyen insanların silahıydı Olric. Bir şizofreni kahramanı değil, direnmenin farklı bir diliydi Olric. Tutunamayanlar'ın en büyük öğretmeni ve öğrencisiydi. Bu nedenle 80 sonrasının insanları Olric'e ve Tutunamayanlar'a sarıldı. 

İnsanın (bir türlü tam anlamıyla idrak edemeği) varoluşunu ve bu varoluş üzerinden yükselen duygu-düşünce ve psikolojik yapısını sıkı sıkıya ekonomi-politik kurallara bağladığımı düşünmeyin. İnsanların, özellikle küçük burjuva aydınların hayat konusunda kafalarında her zaman kocaman bir soru işareti olmuştur ve yeri gelmiş "hayat"larını bu soru işareti yönlendirmiştir. 
Fakat bu aydınlar hiçbir zaman toplumdan soyutlanmış değildir. Toplumla hep bir bağları olmuş, toplumu düşünceleriyle etkilemişler ya da toplumun kitsellikten gelen gücünden etkilenmişlerdir. O halde 80 öncesi aydının 12 eylül sonrası tutunamayan olması şaşırtıcı olmamalıdır. 

Tutunamayanlar'ın kahramanı Turgut Özben arkadaşı Selim Işık'ın intiharıyla sarsılır. Burjuva yaşantı tarzının çekiciliğine kendini kaptırmış, büyük bir çarkın büyük ve mutlu bir dişlisi olmuşken, arkadaşının tercihi bütün bir çarkı yıkar. Turgut Özben ölüm haberini alır almaz, arkadaşının intihar nedenini aramaya başlar. Gerçekte aradığı ise kendisidir. Selim Işık aracılığıyla kendi hayatını sorgulamaktadır. Bu uğraşında yardım istediği bir - iki tutunamayanla hayatı ve hayata ilişkin her şeyi sorgular. 

"Tutunamayanlar, kendi kafalarının içinde bir evren yaratanların ve bütün gerçekleri yalanlayanların romanıdır. Reddedişin, yabancılaşmanın, entelektüel kesimin, küçük burjuva zihniyetinin hicvidir. Ülkedeki koşulların sağlıksızlaştığı bir dönemde, Atay, kamuoyunun beklentilerine cevap verememişti. Kaçış psikolojisi onu ülke dışına yollamamış, kendi 'ben'inde bir yolculuğa bilet vermiştir. Yolculuğun sonu nasıl biterse bitsin, yola bir defa çıkılmıştır. Her an tehlike, her an belirsizlik. Hiç bitmeyen yarım yamalak yaşantılar... Virgüllerle dolu bir hayat... " 

 (İnci Aydın, Evrensel, 25.06.01)


"çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır.. her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaklardır.. yaptıkları işlerin gizli kalmasını isteyenler,bunda başarıya ulaşacaklardır.. kimse onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır.. bir gün öldükleri zaman; arkalarında küçük bir iz,bir anı,bir gözyaşı,bir eser bırakmadan yok olacaklardır.. gazetedeki ölüm ilanı bile,yedinci sayfada bir kenarda kalacak,kimsenin gözüne çarpmayacaktır.. hayattan çıkarı olmayanların ölümden de çıkarı olmayacaktır.. ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir.. herkesin mezarında güller ve menkeşeler büyürken,onların mezarlarını otlar bürüyecektir.. mezarları bir kenarda kalmasa bile,büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.. cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir.. ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır.. hayattan çıkarı olmayanların hayatları çıkmaza sürüklenecektir.. kendini beğenmişliğincezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır.. sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için,yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir.. duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır.. duygusuz,hareketsiz,tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır.. çektikleri acılarla,yüzlerinin buruşmasına,saçlarının beyazlaşmasına izin verilemeyecektir..güldükleri zaman sevinçli,ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır.. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir.. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.. aslında hayattan çıkarları olduğu ıspat edilecektir,çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde bunu beceremedikleri için; çıkarlarıyokmuşdabirşeylerbeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır.. onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.. kendilerini yokladıkları zaman,bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını,ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir.. işte o anda dahi; delice bir harekette bulunmalarına,anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır.. kendilerini öldüremeyeceklerdir.. onlara anlatılacaktır ki,böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir,gerçekle ilgisi yoktur: kendilerini öldürürlerse,onlar hakkında verilen isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar..bu hiç bir şeyi değiştirmez.. onlar bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir.. hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır?.. hayattan çıkarı olmamak hem tanrının hem insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur; gelişip yayılmması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır.. bütün tarih,bütün iktisat,bütün sosyoloji,bütün psikoloji kısaca bütün lojiler hayatın çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır,yırtınmalıdırlar.. "ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz,bunun için "babamı bile tanımam" diyeceksiniz.. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!..."

 .....


(Tuttunmaya çabaladığın her düşünceye aklını değdirdiğinde anlamsızlaştığını duyumsamak.
Bir insanın kendisiyle umarsız mücadelesi.
Acı çekmeye mahkum insanların yaşam kavgası.
Sorgulamayı beceremediği anlamlara tutunmaktansa kendi içinde yarattığı kara boşluğun dibine gömülmek.
Hayatın uçsuz  bucaksız ihtimaller denizinde beliren cılız anlamlar ve onlara tutunmaya çabalamanın yararsızlığının hissedilmesi.
Olması gereken ile olan arasındaki farkın yaman sillesi.
Hayatın bir kitaptan çağlaması.
Yaşamın anlamsızlığının anaforunda delirmek.
Görüp de dokunamamak, bilip de anlayamamak, hep bir şeylerin eksik kalacağını hissetmek.
Tutunamıyorum…)

"...öyle bir kapı olmalı ki çalınca,insana hiçbirşey sormadan açsalar:kapının ortasındaki küçük pencereden bakıpda kim o demeseler.sonra hemen içeri alsalar beni.ben anlatmak istesem bile,hemen sustursalar:biz herşeyi biliyoruz

.herşeyi biliyor musunuz gerçekten?"


"...bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. insan kendi bulurmuş doğru yolu. ben bulamazdım. bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. daha fazla değil, farklı. normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. olmayınca da, anormal dediler."

'' babam benimle övünsün diye can sıkıntımı yürürlükten kaldırıp üniversiteyi bitirmedim mi? her sözünüze başımı sallamadım mı? neymiş efendim? hiçbir işin sonunu getirememişim.siz başlamayı bile göze alamadınız. benimle içinizden gelerek hangi yaşantıma katıldınız? benimle yaşanmazmış. ne biliyorsunuz? ben bile kendimle yaşayamamışım. bu sözünüze gülmek isterdim. neden başaramayacak birine bu güveni verdiniz o halde? neden içimi böyle arzularla doldurdunuz? alacağınız olsun. bu dünyaya bir daha gelişimde, ikinci gelişimde bütün borçlarımı ödeyeceğim. bugün için üzülerek belirtmek zorundayım ki beş yıllık plan tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. gerçekleştirmemi istediğiniz bütün hayaller ikinci bir çağrıya kadar ertelenmiştir. herkes işinin gücünün başına dönsün. benim birinci gelişimle yarım kalan aşklarını yaşasın. yarım kalan yaşantılarını, eskisinden daha çok beğensin. benim gibi biri, bir daha girmesin küçük yaşantılarına. kapıları daha iyi kapansın.herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden bana kimse başvurmasın. evde yokum.'' 


" siz de benim gibi, 
günleri 
sevgiyle isteyerek 
değil de, takvimden yaprak koparır gibi gerçek 
bir sıkıntı ve nefretle yaşadınızsa, ankara güneşi sizin de 
uyuşturmuşsa beyninizi, ata'nın izinde 
gitmekten başka bir kavramı olmayan 
cumhuriyet çocuğu olarak yayan, 
pis pis gezdinizse (o sıralarda adı opera meydanı olan) 
hergele meydanı'nda, bu sarı ve tozlu alan 
iğrendirmediyse sizi, 
bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi, 
kaybettiniz (benim gibi)."

oysa 
aynı hergele meydanı' nda 
gölgede on beş, güneşte yedi buçuğa tıraş eden 
berberleri görmeden 
yalnız renkli yanını yaşadınızsa hayatın 
ver hergele ve beygir olduğunu duymadınızsa atın, 
sakalı uzamış seyyar satıcılara kese kağıdı satmadınızsa 
içinde süt ve salebin olmadığı ''dondurma 
kaymak'' tan tatmadınızsa 
( aynı hergele meydanı' nda) 
kazandınız.''