.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

26 Şub 2012

8 Nisan



Bu deftere iki sayfadan fazla yazamıyorum: tükeniyorum hemen.


İsa-Mesih yeryüzüne Hazret-i Kuran’dan önce inmiş. Daha önce kurulmuş olan Zen Budizmi’nin ise en derin ilkelere sahip olduğu söyleniyor. Bugünlerde din kitapları okuyorum. Karl Marx, kitap raflarından parmağını sallıyor bana. Kitaplarının arasında uyuşturucu madde kaçıran bir genç yakalandı diyecekler. Sessizce otur ve hiçbir şey yapma, diyor Zen. Hiçbir şey yapmamak kolay; ya sessiz oturmak? Kitab-ı Mukaddes’in Türkçesi çok kötü. İngilizcesi’nden karşılaştırarak okuyorum. Biri oturmuş çok kötü bir dille çevirmiş; bir kelimesi bile değiştirilemez ya: ondan sonra bir daha düzeltilmemiş. Çeviren, sanki İsa’nın Türkiye mümessili. Ahd-i Atik, çocukluğumda duyduğum dinî masalları daha başka türlü yazıyor. Ben KİTAB’ı, daha önce de okumuştum. İsa-Mesih’i her zaman beğenirim: küçük çocukların futbolcuları beğenmesi gibi. Adamımdır. Ortaokulu birlikte okusaydık, bana çok yararı dokunurdu o yıllarda. Çocukluğumda, Ahd-i Atik’ten alınmış efsaneler okurdum. Nuh’un gemisini, günahkâr insanlar, açık hava helası haline getirmişler de bunun üzerine Tanrı, yalnız insan pisliğinin geçirebildiği bir hastalık göndermiş onlara. Onlar da iyileşmek için, gemiyi tertemiz yapmışlar. Nereden uydururuz bunları? Cami avlusundan aldığım dört renkli kapağı olan bir kitapta okumuştum. O zamanlar Sabri’yle camiye giderdik. Sonra, André Gide’i okudum. Yıllarca, onun din hakkındaki sözleriyle herkesin kafasını şişirdim. Ellerim dua etmek için göğsüme kapanmış da onun için dallara uzanıp meyveleri yiyemiyormuşum. Ya da buna benzer bir söz. Bu söz çok yayıldı sayemde. Hoşuma giden bir kız vardı: Allah’a inancıyla gösteriş yapıp duruyordu. Esat, bir yolunu bulup bu sözü söylemiş kıza. Kız da bu sözün çok etkisinde kalmış, neredeyse inançlarını yitiriyormuş. Benim sözümle kıza caka sattığı için içerlemiştim Esat’a. Bu sözü ben de söyleyebilirdim. Kendime de kızmıştım. Başkalarının kitaptan okudukları sözlere kulak misafiri olmakla bile işlerini yürütmesini biliyor insanlar. Geçen gün de birine, İsa’dan söz açacak oldum; ben daha söze başlamadan, bizde İncil’in yanlış anlaşıldığını, aslında sanıldığından derin bir eser olduğunu söyledi. Keyfim kaçtı, sözü uzatmadım. Oysa, ne kadar bayılırım İsa-Mesih sözü açılınca sözü uzatmaya.

Bu ufak tefek ve can sıkıcı meslektaş, her sabah uyanınca yatakta karısıyla bir saat İncil okuyormuş. Ne diyeyim? Daha beter olsun. Ben geceleri yatarken okuyorum. Doğrusu da bu.

İsa-Mesih’in özelliklerini bilmek için neler vermezdim. Onun yanına da yaklaşmak, devlet büyüklerinin yanına girmek kadar zor muydu acaba? Havariler, özel muhafızlık yapıyorlar mıydı ona? Bu “güvenlik tedbirleri”ni de oldum olası anlamamışımdır. Aslında haklılar elbette; fakat gönlüme göre değil. Sonunda İsa’yı çarmıha gerdiler bu tedbirlerin yetersizliğinden. Devlet büyüklerine de suikastlar yapılıyor. Gene de gönlüme göre değil bu güvenlik meselesi. Başka bir yol bulunmalı. İsa-Mesih’in özel yaşantısı için hikâyeler uydurmak istiyorum. Onu soyut düşünmek işime gelmiyor. Oysa matematikçi, soyutlama gücü olan kimsedir deniyor. Sembollerle, ideal kavramlarla düşünürmüş. Sayılara, cisimlere ihtiyaç yokmuş. Euler’in Diderot’la alay etmek için söylediği söze benzetmek gerekirse: iki noktadan ancak bir doğru geçer; o halde İsa-Mesih yaşamıştır. Ya da daha gerçekçi bir açıklamayla: bir daireye eşdeğerli bir kare çizilemeyeceğine göre, İsa-Mesih problemi çözülemez. Ben, İsa-Mesih kavramını bir aksiyom olarak kabul ediyorum. Matematikte de aksiyomlardan yola çıkılmazsa bir yere varılamaz. Benim bu varlığa inancım dua eden bir çocuğun saflığına eşdeğerlidir. Mühendis olduğu halde, matematikten ve matematik düşünceden hoşlanmayan Dostoyevski’yse, benim inancım dua eden saf bir çocuğun inancına benzemez, diyor. O kadarcık da geri kalalım üstattan. Onun vardığı inanç, şiddetli denemelerden geçmiş. Belki ben de saflık taklidi yapıyorum kim bilir? Salinger diye bir yazar var; Zen ticareti yapıyor Amerika’da (geçimi bu yüzden). Salinger’e göre de İsa-Mesih, televizyon programını ön sıradan seyreden o şişman kadın işte. Özenti.

Tutunamayanlar / Oğuz Atay