.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

15 May 2012

Çaresiz Bir Varlığa, Boşluğuna; Yine Yazısızlık



Şenliğin ve şiddetin kalıcı, kutsal atmosferini soluyor olmaktan mutlu yığınlar ortasında, insan teki mağdurdur: salyalı ağızları, lağım kokulu nefesleri ve pis suratlarıyla sırıtanlar, bağırıp çağıran, saldıran ve öldürenler, ses çıkaran ve görünenler hep aynı yığındır... iktidar ve güçsever yığın.

Olabilirliğin ve mubahın sınırlarının ortadan kalktığı bu dünya değişmez değilken ve değişirken; değiştirenler güce ve iktidara sahip olanlar, olmak isteyenlerken; kötüleşerek değişen bu dünyayı benimseyecek, bu dünyada pay sahibi olabilecek bilinç kitlelerde varken; lanetin yıkıcılığına (ve yaratıcılığına) başvurmaktan başka ne kalıyor insana? Peki ama laneti yazıyla bırakmak niçin? Bir bombayla birçok yeri yok etmek, bir suikastla ya da bir intiharla da sarsıcı olabilmek mümkün; bir işkenceciyi, bir sömürücüyü “eksiltme”nin vicdanı rahatlatıcı etkisi tarihsel olarak bilinmekte; ama “naklen ölüm” ve “naklen cinayet” çağında yaşarken, aleni olarak ortaya çıkmayı, görünmeyi, duyulmayı, dolayımlanmayı (medyalaşmayı) gerektiren böyle bir tavır da sistemin kanallarınca emilecek, görüntü ve gürültü düzeyinde, haberin, sansürün, eğlencenin ve “show  business”ın yıldızlaştırıcı sistemi içinde, diğer her şeyle eşitlenecektir. Üstüne üstlük, devletin ve iktidarların kiralık katillerinin intikam hırsı, kitlelerin kan görme ve linç arzularıyla birleşerek, aşağılık bir şiddetin sergilenmesine ve ellerinde bayraklarıyla, salyalı ağızlarıyla sokaklara dökülen kölelerin alkışlarını işitme ve seyretme işkencesine yol açacaksa, onları bu lağım çukurunda elleri boş bırakmak ve çirkefi üstlerine boca etmek tercih edilebilir.

Yaşanmış onca hayat, yazının ve sözün binlerce yıllık varlığı ve yazılmış sayısız kitap, insanlığın daha bilge, daha erdemli bir yaşamı değil, sürü halinde cehaleti ve erdemsizliği seçmesinden başka bir sonuç yaratmamışken, yeni bir metni yazılı sözler yığınına katmaktan bir şeyler umuyor olmak, metin ile okur arasındaki ilişki alanının hâlâ mahrem özellikler taşıyor olmasından kaynaklanabilir: Yazılı metnin, yazı olarak, kitap olarak, şahsiliği ve şahsa dönüklüğü, okumanın genellikle sessiz bir edim olması, okuma sürecini, alenileşmeye, hatta söze sığmaya yatkın olmayan, tanımsız, muhtemelen de iktidarların dışında, yasadışı bir süreç kılabilir. Bu ilişkinin içerdiği şahsi ihtimallerin belirsizliği, bir sözün ya da bir paragrafın ne zaman, hangi koşullarda hatırlanarak kişiyi etkileyeceğinin bilinmemesi, okuma birikiminin sonuçlarının belirsiz olması, yakayı ele vermesi mümkün olmayan “...-ı okumuş olanlar” topluluğunu, en koyu gizlilik koşullarında, ortak davranışlara, tahrip ve tahayyül gücüne sahip kılabilir.

Sessizliğin Anarşisi / Işık Ergüden