.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

15 May 2012

Tanı



1.

Tamamlayıcı Akılcılık. — Uzun yaşayan her şey yavaş yavaş akılla öylesine doldurulur ki, bu sayede akılsızlıktan gelen kökeni ihtimal dışı kalır. Bir oluşumun hemen hemen her doğru tarihi duygularımızda çelişkili ve bağışlanmaz bir etki bırakmıyor mu? İyi tarihçi de esasen sürekli karşı çıkmaz mı?

2.

Bilgelerin Önyargısı. — Bütün çağların insanlarının neyin iyi, neyin kötü, neyin övgüye değer ve neyin yergiye layık olduğunu bildiklerine inandıkları konusunda bilgeler doğru bir yargıda bulunmuşlardır. Ama, biz şimdi geçmişte herhangi bir zamandakinden daha iyi biliyoruz, görüşü, bilgelerin bir önyargısıdır.

3.

Her Şeyin Bir Zamanı Var. — İnsan her şeye bir cinsiyet atfettiği zaman, oynadığını değil, derin bir anlayış kazandığını düşünüyordu: — Korkunç boyutlardaki bu yanılgısını çok geç itiraf etti ve belki de hala bütünüyle itiraf etmedi. — Keza insan var olan her şeyi ahlakla ilişkilendirdi ve dünyanın omuzlarına etik bir anlam yükledi. Bunun, günün birinde, bugün güneşin erkek mi yoksa dişi mi olduğu konusundaki düşünceden daha fazla bir değeri olmayacak.

4.

Alanların Düşlenen Uyumsuzluğuna Karşı. — Pek çok yanlış ihtişamı yeryüzünden yeniden kaldırmamız gerekiyor, çünkü bu bizden hak talep eden her şeye karşı haksızlıktır! Bizi buna dünyayı olduğundan daha uyumsuz görmemek isteği mecbur ediyor!

5.

Müteşekkir Olun! — İnsanlık günümüze gelene dek büyük bir başarı elde etti: Artık vahşi hayvanlardan, barbarlardan, tanrılardan ve düşlerimizden sürekli olarak korkmamıza gerek kalmamıştır.

6.

Hokkabaz ve Karşıtı. — Bilimdeki hayret uyandırıcı şey, hokkabazın sanatındaki hayret uyandırıcı şeyin karşıtı konumundadır. Çünkü hokkabaz, gerçekte eylem olarak çok karmaşık olan bir nedenselliği çok basit bir nedensellik olarak görmemizi sağlar. Buna karşın bilim, bizi basit nedenselliklere olan inancımızdan vazgeçirmeye zorlar. Hem de bunu her şeyin tam kavranabilir gözüktüğü yerde ve bizim görünüşün soytarısı olduğumuz durumda yapar. Ve “en basit” şeyler çok karmaşıktır... doğrusu bu konuda yeterince şaşırmamak insanın elinde değil!

7.

Mekan Duygusunun Başka Bir Şekilde Öğrenilmesi. — İnsanın mutlu olmasına gerçek şeyler mi, yoksa kurmaca şeyler mi daha çok katkıda bulundu? Kesin olan şu ki, en büyük mutluluk ile en derin mutsuzluk arasındaki alanın genişliği ancak hayal edilen şeylerle oluşturulmuştur. Hal böyle olunca bu tür mekan duygusu, bilimin etkisiyle sürekli küçüldü: Bilimden öğrendiğimiz ve öğretmeye de devam ettiğimiz üzere, dünyayı küçük olarak, hatta güneş sistemini bir nokta olarak duyumsuyoruz.

8.

Transfiguration*. — Çaresizce çile çekenler, karmaşık rüyalar görenler, doğa üstü şeylere tutkun olanlar, — bunlar Rafael’in insanoğlunu ayırdığı üç derecedir. Artık dünyaya böyle bakmıyoruz... ve şimdi olsa Rafael de o zamanki gibi bakamazdı: Yeni bir transfigürasyonu gözleriyle görürdü.

Transfiguration: Peygamber İsa’nın tebdil-i suret etmesi. Şekil değiştirme.

9.

Geleneğin Ahlaklılığı Kavramı. — İnsanoğlunun binlerce yıllık yaşam tarzı ile karşılaştırıldığında, bugünün insanları olarak biz, çok ahlaksız bir zamanda yaşıyoruz: Ahlakın gücü şaşılacak ölçüde zayıfladı ve ahlaklılık duygusu öylesine nazikleştirildi ve öylesine yükseltildi ki, onu neredeyse uçup gitmiş sayabiliriz. Bundan dolayı dünyaya geç gelen bizler için ahlak oluşumunun temel bilgilerini anlamak zor oluyor, buna rağmen onları bulursak, dilimize yapışıp kalıyor ve dışarı çıkmak istemiyorlar: Çünkü kulağa kaba tınlama veriyorlar! Ya da çünkü ahlaklılığa iftira eder gibi görünüyorlar! Örneğin şu temel ilkede olduğu gibi: Ahlaklılık törelere itaat etmekten başka bir şey değildir (özellikle artık değildir), töreler ne tür olurlarsa olsunlar bu ilke değişmez; bununla birlikte töreler geleneksel tarzda davranmak ve değerlendirmelerde bulunmaktır. Geleneğin emretmediği şeylerde ahlak yoktur; ve gelenek yaşamı ne denli az belirlerse, ahlaklılık çemberi de o denli küçülür. Özgür insan ahlaksızdır, çünkü o her bakımdan geleneğe değil, kendisine bağlı olmak ister: “Kötü”, insanoğlunun ilk zamanlarındaki bütün durumlarında “bireysel” , "bağımsız” , “keyfi” , “alışılmamış” , “ öngörülmemiş” , “hesaplanamaz” anlamlarına gelir. Hep bu tür durumların ölçüleriyle ölçülür: Gelenek emrettiği için değil, başka güdülerle eylemde bulunulur (örneğin kişisel çıkardan dolayı), hatta geleneğin vaktiyle oluşturduğu güdülerden dolayı da yapılır; o zaman buna ahlaksızlık denir ve yapan kişi tarafından da öyle anlaşılır: Çünkü geleneğe boyun eğildiği için yapılmamıştır. Gelenek nedir? Bize yararlı olan şeyleri emrettiğinden dolayı değil, bize emrettiğinden dolayı itaat ettiğimiz yüksek bir otoritedir. — Gelenek duygusuyla korku duygusu birbirinden nerede ayrılır? O emredici yüksek bir akıldan, kavranılamayan, somut olmayan bir güçten, kişiselden daha fazla bir şey olandan korkmadır... bu korkuda batıl inanç var. — Kökende sağlığın, evliliğin, tedavi sanatının, ziraatın, savaşın, konuşmanın ve susmanın, insanların bir birleriyle ve tanrılarla olan ilişkilerinin bütün eğitim ve bakımı ahlak alanına giriyordu. Ahlak, insanın kendisini birey olarak düşünmeden, kurallara uymasını istiyordu. Başlangıçta her şey gelenekti ve onu aşmak isteyen kimse ya kanun koyucu, ya büyücü, ya da bir çeşit yarı tanrı olmak zorundaydı: Yani örf ve adetler koymak zorundaydı... korkunç, hayati tehlike yaratan bir şey! — En ahlaklı olan kim? Önce yasaya en çok boyun eğen kimse: Yani bilincini sağa sola ve her küçük zaman dilimine taşıyarak hep yasaya uyacak işlere katlanan Brahman gibi biri. Sonra ona en zor durumlarda bile boyun eğen kimse. En ahlaklı olan kimse, kendini töreye en çok feda eden kimsedir. Peki en büyük özveri hangisidir? Bu sorunun yanıtlanmasından sonra birbirinden farklı çok sayıda ahlaklılık kavramları ortaya çıkmaktadır; ama hala en önemli fark olarak ahlaklılığı en zor boyun eğmeden en çok boyun eğmeyi ayıran fark olmaya devam ediyor. Geleneğe en zor boyun eğmeyi ahlaklılığın bir belirtisi olarak isteyen ahlak güdüsü sizi yanıltmasın! Bireyin kendini aşması, bireye sağlayacağı yararlı sonuçlardan dolayı değil, bireysel olan bütün karşı zevklere ve çıkarlara rağmen ahlak, gelenek egemen görünsün diye talep edilir: Birey kendini feda etmelidir... geleneğe bağlı ahlaklılık bunu gerektirir. — Öte yandan Sokrates’in ayak izlerinden giden ahlakçılar gibi ahlakçılar, kendine hakim olmayı ve yetingenliği bireyin kendi yararı için, mutluluğu için çok kişisel anahtar olarak tavsiye ederler ki, bunlar bir istisna oluşturur... ve eğer bu bize başka türlü görünürse, nedeni, onların etkisi altında yetiştirilmiş olmamızdır: Onların hepsi, töre ahlaklılığının bütün temsilcileri hiç de tavsiye etmedikleri halde, yeni bir yolda yürüyorlar.., ahlaksız olarak kendilerini cemaatten ayırıyorlar ve bunlar kötünün de kötüsüdürler. Aynı şekilde, erdemli bir Romalıya “her şey den önce kendisi için ikbal peşinde olan” her Hıristiyan... kötü olarak görünürdü. — Bir cemaatin ve dolayısıyla töresel ahlaklılığının bulunduğu her yerde, törenin çiğnenmesi halinde ceza verme görevinin her şeyden önce cemaate ait olduğu düşüncesi egemendir: ifadesi ve sınırı çok zor kavranan ve batıl inanç korkusuyla araştırılmış doğa üstü bir cezadır bu. Cemaat bireyi işlediği fiilin sonucunda yakınlarına ya da cemaate verdiği zararı tekrar düzeltmesi için zorlayabilir; işlediği fiilin sözde etkisi olarak cemaatin üzerinde tanrısal öfke bulutlarının ve hiddet fırtınalarının toplanmasına neden olduğu için kişiden bir çeşit intikam da alabilir... ama kişinin suçunu her şeyden önce kendi suçuymuş gibi görür ve onun cezasını kendi cezasıymış gibi duyumsar... “Eğer bu tür fiiller mümkün olmaya başladıysa, töreler gevşedi diye herkesin ruhunda feryatlar başlar.” Her bireysel eylem, her bireysel düşünce şekli dehşet uyandırır; tam olarak da, en nadir, en seçkin, en köklü ruhların tarihin akışı içinde hep kötü ve tehlikeli olarak algılanmış olmaktan dolayı ne tür acılara katlandıklarını tahmin etmek mümkün değildir, hatta bunlar kendi kendilerini böyle algılıyorlardı. Töresel ahlaklılığın egemenliği altında her türlü özgünlük vicdansızlaştı; bu ana kadar en iyi kimselerin ufku, olması gerektiğinden daha da çok karardı.