.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

1 May 2012

Ege Biracılık ve Malt Sanayii



"dünyanın bütün
teflon tavalarına..
ve kızlarına"

biriktirdiğim son parayı da kuruşu kuruşuna kiraya yatırdım.. en
azından sekiz ay evsahipsiz çiçekler gibim rahattım.. yemem, içmem gereksizdi.
hem hayli de bollucaydım. eşyasız, insansız cıscıbıldak evimde bir yatak, bir
yorgan, bir de top'um vardı.. sıkıldı mı açıp çük'ümle oynuyordum.

bunca âdilik üstüste gelemezdi.. kesin deneniyordum.. mutlak
sınanıyordum.. öyle saçma sapan acılar yaşıyor ve öyle kurgusu bazuka hüzünler
tadıyordum ki, bu dönemi altlattıktan sonra kesin ya hazreti isa olacaktım ya
da çarmıhı.

üç haftadır dışarı çıkmıyordum.. habire bira içiyor, habire bira
işiyor, habire biraz üşüyordum.. birgün zart diye derya geldi. L salona
dizdiğim bira şişelerini toparlayıp, poşetleyip bakkalda ticaretlendirdik.
(tam 58 şişeydi.. hüzünlü günün kârı.)

sonra cennet bahçesi'ne gittik.. bira ve çay içtik.. cennet
bahçesi'nin tuvalete bakan cüce çocuğu: "zkiim böyle cenneti.. zıçıp
bırakıyorlar." diyordu. işte bu dedim.. şu sıra yaşadıklarımın konu başlığı
bu: "zkimm böyle cenneti.. zıçıp bırakıyorlar"

sonra bir üç hafta daha dışarı çıkmadım.. kapıcı içerde canlı var mı
gibisinden gelip gelip kapımda teftiş ossurukları savuruyordu.. kapının
altından apartman masraf makbuzlar iteliyor fakat ben ödemiyordum.. camdan ses
ediyordum, bakkal bira getiriyordu.

sonra birgün kapı çalındı.. baktım oosturuk, mosturuk kokusu yok..
yumuşak ve parfüm.. açtım baktım, bir kız.. herhangi bir kız kadar, güzel bir
kız.. elinde avucunda tencere, tava numunelik.. öylesine duralıyor.. bir süre
öyle bakıştık.. "ben pazarlamacıyım" dedi. kafam iyiydi. "ne güzel" dedim.
"ben daha ne bok olduğumu bilmiyorum." şaşırdı. "insanın kendisini bilmesi ve
adlandırması enteresan birşey olsa gerek." diye devam ettim.. yüzüme baktı, o
perişan hallerime.. gözleri herhangi bir kızın gözleri kadar güzeldi.. "bu ilk
günüm.." dedi. "ben daha tecrübeliyim." dedim.. "geçen sene yirmi altıncı
üçyüz altmış beş günü mü bitirdim.." herhangi bir genç kızın çok şaşırması
kadar çok şaşırdı.. "tam ümit yok bu hıyardan, en iyisi ben zikter olup
gideyim" diye düşünürken içinden, herhalde.. içimden hakim olamadığım
jülyetini kaybetmiş romeolu cümleler döküldü.. boru mu.. kaç zamandır, bırak
karşı cins.. bir insanla bile konuşmamıştım..

- "bana tencerelerden, tavalardan, teflonun faydalarından bahseder misin
lütfen.. n'oluur.. çok ihtiyacım var.." dedim.

herhangi bir kızın sinirlerinin aniden bozulması kadar sinirleri
aniden bozuldu.. tencere ve tavaları bana uzatıp öylesine güldü ki kendimi çok
iyi hissettim.. parasız, pulsuz dilekçe.

sonra içeri geçtik.. kalan biralarımdan ikram ettim.. eşyasız,
telefonsuz evimde yerlere tüneyip lafızlamaya başladık.. ona kötü geçen
çocukluğumdan, mercidabık savaşından, almanların polonya'ya saldırısından
bahsettim.. herhangi bir kızın beni sevindirik olarak dinlemesi kadar
sevindirik dinledi.. yüzündeki o ağzı, bir ay biçiminde hep yukarı kıvrıldı..
bir ara: "şu mına kodumun yuvarlak dünyasında yirmi altı yıldır var olduğumu,
ve hala kendime gelemediğimi" söyledim.. herhangi bir kızın annelik güdüleri
kadar annemlik yanlarımı güdüledi.

(hayır.. hemen yatmadık) bir hafta boyunca beni besledi.. yumurta ve
domates aldı, teflon tavasında yakışıklı menemenler yaptı.. menemenleri
herhangi bir kızın yaptığı menemenler kadar çok güzeldi.. (hayır.. sonra da
yatmadık.. hayır.. hiç yatmadık.) yatmayışı herhangi bir kızın yatmayışı kadar
çok güzeldi.. yani sonraya kadar..

sonra birgün bir adam vurdu kapımı.. o geldi hissiyatıyla açtım tabii
ki.. adam dedi: "elektriğinizi kesecem" dedi.. "elektrik kesme krizine mi
girdiniz" dedim. belki onun da sinirlerini bozarsam bir hafta da o besler diye
mi düşündüm acaba.. adam: "vazifemiz bu.. parasını ödememişsiniz..
elektriğinizi kesicem.." dedi. ben: "thomas edison, elektriğimi kesesiniz diye
mi elektriği icad etti" dedim.. yemedi.. "kes bakalım tomas'ı.. ben de artık
ölürüm" dedim. kesti ve gitti.. herhangi bir celladın kesişi kadar, güzel
kesti elektriğimi. mına koyamadığım hep içimde sakladığım tahsildarı.

dedim: "herhalde ölüyorum.. vaktim buraya kadar.. vadem yetti.. (hani
dostlarınız vardır, tüm mutluluklarını sizin kendinizi kötü olmanız varsayımı
üzerlerine kurmuşlardır ya.. işte öyle dostluklarım bile yoktu, şu anda.
fişimi kesmişlerdi dünyadan ve karanlıkta ölmeyi bekliyordum.. fakat ölmek
gelmiyordu.. kapıcı koymuyordu belki de yukarı, yabancı, ecnebi diye.)

bir gündüz teflon hanım yine çaldı kapımı.. herhangi bir teflon hanım
kadar çok ilaç gibi gelmişti bana.. "içeri gir, yere otur.. bana ses, bana
seda.. ışığımı kestiler.. beni kör kuyularda merdivensiz bıraktılar" dedim.
"kekre bana lezzetler kükre." dedim. "beni de kovdular.. şimdi ben de parasız
ve senin gibiyim." dedi. herhangi bir adam gibi herhangi bir çok sarıldım..
herhangi bir son kalan paralarımız kadar herhangi bir çok biralar aldık.

(evet.. sabah uyandığımda onun olmuştum.) o ise herhangi bir kız kadar
çok benim olmuştu.. herhangi bir adamın onun olması kadar onun olmuştum..
sonra, sonra hiç gelmedi.. ben de hiç dışarı çıkmadım.. geceyi, gündüzü ışık
hesabıyla anlıyordum.. ömrüm örümceklendi.

birgün ince, zayıf bir kadın geldi.. birlikte bir çocuk yaptığımızı ve
o çocuğun çok güzel olduğunu, şimdiye kadar annemlerde kaldığını ve boş boş
ona değil de aşağıya doğru bakarsam onu görebileceğimi söyledi.. baktım..
fırlama, fırlama gülüyordu.. ohhhlum..

kendimi kendimden kısıp, geri kalan kısmımı o çocuğa ekledim..

"haziran 1992"