.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

29 Tem 2012

I. Şarkı



Dokuz yüz otuz altı. Tarih düşüldü. Niçin?
Doğumu önemlidir-yani kendisi için.

15- Buruşuk yüzler, bezler arasında bir canlı
Başparmağını emdi (yıkanmamış ve kanlı)
Cahildi, ne bilsindi libidonun adını
Duymuştu belki belki aşkın kokusunu, tadını
Sonradan uzun olan yumuk parmaklarında.

20- Yıkandı çinko tasın sıcak ırmaklarında.
İlk resminde beyazdı kundağı gibi yüzü.
Bir taşra konağında yaşadı ilk gündüzü.
Büyükanne, Osmanlı sabrıyla ağır ağır
Sallıyor beşiğini. Dede bunak ve sağır.

25- Gelin ürkek ve şaşkın, dede doksanı aşkın,
Gözlerinde kalmamış ışığı hiçbir aşkın.
Ne zaman yemeğini yediğini bilmiyor.
Gördüğü karısı mı gelini mi bilmiyor.
Asırlık ayakları, evde bir hastalıktı

30- Geceleri dolaşan. Dalgın karnı acıktı;
Kalktı yer yatağından, iki ayaklı hüzün.
Selim’in beşiğine uğradı, beyaz tülün
Altında yatan teni okşadı. Titrek elin
Tuttuğu son canlıydı. Sanki, “Mutfağa gelin!”

35- Diyen bir sese doğru yönelirken, bir ağrı
Saplandı. Ölü buldu onu sabah rüzgârı.
İlk rüyanın teriyle (bilincin eşiğinde)
Islanarak uyandı; kıvrandı beşiğinde
Kundağıyla büyük ve beyaz bir elma kurdu

40- Esirlik türküsünü bütün eve duyurdu.
Baba geniş yatakta döndü; yorganı kaptı;
Anne, meme vermenin sancısıyla haraptı.
İlk ve son kocasının, “Çocuğa bak Müzeyyen!”
Mırıltısıyla kalktı kadın kokan yerinden.

45- Corridos adasında Permanlar arasında
Elinde kendi gibi kuru bir barracinda
Tutarak, on ikinci derece bir denklemi
Kaygısız çözmesiyle, Ferrania Sandolem’i
İndirerek tahtından kadın saltanatına

50- Son veren Panton Hipyos ya da önce atına
Sonra kadına tapan Hun gibi Numan Işık
(Oysa ilk yıllarında anneme nasıl âşık).
Uykulu göğüsleri-kim bilir ne tazeydi.
İpek geceliğinin içinde sert ve diri

55- (mektuplarda Numan Bey, aşkını eski Türkçe
-evlenmeden elbette- anlatırmış anneme)
Kayarken karanlıkta, dede bir taş yığını
Gibi, genç lohusanın acıttı ayağını.
Acı bir çığlık kesti Selim’in nefesini

60- Belki o anda duydu korkunun ilk sesini.
Evin arka bahçesi otlar ve tahta perde.
Anılar başladı mı? Paslı bir kilim yerde,
Koruyor dış dünyadan. İlk böcekler elinden
Kayıp geçiyor. Nine, düşürmüyor dilinden

65- Belirsiz anlamlarla uyutan ninnileri
Hu diyen dervişleri ürkünç ecinnileri.
Dandini ve dasdana, kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı, yemesin lahanayı.
Bir yaşında kızamık, iki yaşında sıtma,

70 -Yakaladı Selim’i. Yavrum terleme, koşma!
Terli bir uyanıştan sonra tam üç yaşında
Düştü yatağa baygın. Ağlayarak başında
Kuran okur annesi; bir açılsa gözlerin.
Ne diyorsun Allahım, duyulmuyor sözlerin.

75-Baba mırıldanıyor: Selim Işık, güzel şey!
Ağlıyor gürültüyle; hey rahmetli Numan Bey!
Kasabanın tek doktoru topal Muvakkar.
Muvakkar’ın tek gözü birazcık şehla bakar.
“Topal doktor kalksana, lambaları yaksana,

80- Selim elden gidiyor, çaresine baksana.”
Muvakkar’ın gözü varmış derler annemde.
Babama severek varmış derler annem de.
O zaman kaç senesi; tıp, bildiğiniz gibi.
Bütün umut Allah’tan; hep bildiğiniz gibi.

85- “Zatürrée. Geceyi atlatırsa ümit var.
Kışın olsa giderdi.” (Dışarda ıslak bahar.)
Birden gözünü açtı: karanlık pencereler,
Yağmur izleri. Selim, “Atatürk’ü gördüm,” der.
Taşrada yetişirken öğrendiği tek dildi

90- Türkçe, cahil Selim’in. Bu kadar diyebildi.
Oysa bilseydi (canım) biraz da Fransızca
“Voila Atatürk maman!” derdi muhakkak orada.
Az gelişmiş babanın az gelişmiş tek oğlu,
Şimdi hatırladım da gene gözlerim doldu.

95- Donuk aydınlığında idare lambasının,
Üzerine eğilen gölgenin (babasının)
Varlığından habersiz, soluk bir ateş gibi
Küçücük yatağında. Bir aydınlık belirdi:
“İşte güneş doğuyor. Kurtuldu, yaşayacak!”

100 - Yamalı bir yıldızdı ilerde ışıyacak.
“İzin ver Selim biraz, Hegel, Fichte diyelim,
Felsefeyle ilişkin bir de ekmek yiyelim.”
Böyle buyurdu Kargı, thus spake King Solomon
Yerindedir bu yargı, evet haklı Platon,

105- Felsefeyi seviniz, fakat koparmayınız.
Demekle özetliyor: bu dünyada yalnızız.
Özür dilerim senden bu sütunda açıkça,
Çocukluk günlerine kapılmışım çocukça.
Kelimenin anlamı: sevmek demek Yunanca.

110- Filo. Sofya’yı sevmek oluyor Filosofya.
Hatırlarsın pasajda Lefter’in meyhanesi,
Servis yapar, şarkı söyler; biraz kısıktı sesi.
“O Sofya mu, Sofya mu. Sensiz içmek olur mu?”
Kır saçlı laternacı biraz mahzun dururdu.

115 - ‘İn vino veritas.’ Ders sofistlerden Duzikos,
Tarih felsefesinde, ‘Armoniko Muzikos...’
“Gene sapıttın Selim. Seni kim durduracak?”
Söylemiştim Süleyman: ben başlamazsam ancak
Durdurulabilirim. Ayrıca fakir dilim

120- Bağlı hece vezniyle, taş kesildi sağ elim.
Hecenin çarmıhına çivilenmiş ellerim.
Kafiye Tanrısına kurban oldum. Efendim?
“Bir şarkının sonuna kadar sabredemedin.”
Bundan kaybediyorum, böyle olduğum için.

125- Ne olur tutma artık beni hece vezniyle
Allahın, senin ve tüm sevenlerin izniyle
Çözülsün zincirlerim, tutulan kol çalışsın.
Bir espri uğruna harcatmayın, alışsın
Selim Işık insana. Söylesin şarkısını

130- Kesintisiz, acemi. Oblomov hırkasını
Çıkarsın bedeninden. Ey ölü ruh! kıyam et!
Beğendin mi Süleyman? “Beğenmedim, devam et.”

Tutunamayanlar / Şarkılar / Oğuz Atay