.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

31 Eki 2012

Kurdele




-Ana, dedim, bana acık para ver!

  O ünlü çıkınından birkaç bozukluk bıraktı avcuma. O parayla, akşama dek Raziye'ye bir hediye aradım, koca  kentin içinde. Boncuk mu alayım? dedim, Taşlı yüzük mü alayım? dedim, Saçını bağlasın diye kurdele mi  alayım? dedim. Sonunda kurdelede karar kılarak, iki metre iyisinden kurdele aldım.

  Aptal adam, sanki bu kurdelenin kime verileceğini bilmiyormuş gibi, kurdeleyi tortop edip avcuma bıraktı.  Dükkandan çıkar çıkmaz kağıt aramaya başladım yerlerde, birkaç sokak dolaştım, Raziye'ye paket yapılmaya  uygun temiz bir kağıt bulamadım. Sonradan aklıma geldi, evde sararım diye. Cebimde kurdeleyle akşama dek  gezdim durdum. Kanal Köprüde suya girerken, sanki cebimde bir hazine saklıyormuşum gibi, pantolonu bir  çocuğa teslim ettim.

-Lan iyi bak, içinde çok para var ha, dedim.

  Zavallı çocuk, eline bir deynek alıp, sınır nöbetçisi gibi gözlerini ayırmadı bizim pantolondan. İkindiüzeri eve  geldim. Anam evde yoktu, Raziye de yoktu. Taşın altından anahtarı alıp, asma kilidi açtım, teldolaptan tencereyi  çıkarıp kabak kavurması ile karnımı bir güzel doyurdum. Sonra, babamın satamayıp eve getirdiği ezik üzümlerle  kendime şerbet yaptım... O sırada Raziye'nin sesini duydum:

  -Kiş kiş, diyordu. Pencereye koştum, iki arsız civcivi pencerelerinin önünden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bir  yığın çocuk vardı kapılarının önünde, kapkara, donsuz, sümüklü çocuklar... Sırtlarını duvara vermişler, gölgeden  yararlanmaya çalışıyorlardı. Raziye beni gördü, gülümsedi, ben de gülümsedim. Çocuklara kızdı:

-Hadi gidin lan, sizin eviniz yok mu?

  Bir iki ufaklık, sümüklerini çeke çeke uzaklaştılar ama, iki üç tanesi hala oradaydılar. Düşündüm, bu hediyeyi o  çocukların yanında veremezdim. Oda kapılarına yaklaştım.

-Nerdeydin, bugün hiç görmedim seni, dedi.

-Dolaştım.

-İş mi aradın?

-Yoo!

Fısıldadım:

-Sana hediye aradım. Kurdele aldım, saçlarına.

-Versene!

-Evde!

-Al gel!

  Koştum, minicik paketi aldım, götürdüm. Çocuğun biri iyice yanımıza yaklaştı, paketin içinden ne çıkacak diye  bakıyordu. Raziye,

  -Lan bi dene eklersem sana, gözünde çakmağı çakdırrım ha, dedi. Gitsene evine! Çocuk, uzaklaştı. Raziye içeri  girdi, kurdeleyi aynanın önünde saçlarına bağladı. Bana,

-Gel bak, nasıl oldu, dedi.

Girmeye korktuğum için giremedim.

-Gelsene!

-Baban gelir?

-Gel gel!

Girdim.

-Sen bağla, dedi. Güzel olmadı benimki. Titremeye başladım.

-Ben hiç bilmem ki bağlamasını.

-Bağla, nasıl olursa olsun!

  Arkasına geçtim, kurdeleyi saçlarının altından dolaştırıp, tepede bir düğüm yaptım. Belki her yandan yarımşar  metreden fazla kurdele sarktı.

-Nasıl oldu? diye sordum.

-İyi oldu amma, şu yanlarını birazcık keselim!

Makasla kendisi kesti.

-Şimdi daha iyi, dedi, keçi gibi olmuştu. Yakıştı mı?

-Çok, dedim.

-Nerden geldi aklına?

-Hiç, dururken geldi.

-Hiç olur mu?

Sustum. Durdu:

-Yoksa beni seviyon mu?

-Sen seviyorsan?

Ellerimi tuttu;

-He, ben seni seviyorum, dedi.

-Ben de seni, dedim.

  Film sahneleri geldi gözümün önüne. Şimdi böyle sahnelerde öpüşmek gerekti. Ama nasıl öpüşecektik,  bilmiyorum. İlkin yanağından mı öpecektim, boynundan mı, yoksa dudaklarından mı? Galiba, o da öpmemi  bekliyor olmalıydı ki, dimdik karşımda duruyor, gözlerimin içine bakarak ilk hareketin benden gelmesini  bekliyordu. Baktı gördü ki bende iş yok, kollarını boynuma dolayarak, aynı filmlerdeki gibi dudağını dudağıma  yapıştırdı.

Ellerim saçlarına gitti.

-Sen en çok galiba benim sarı saçlarımı seviyorsun, dedi.

-He, dedim, tel gibi...

-Okşa, isdediğin gibi

  O günden sonra her gün bir araya geldik, onların odasında, bizim odada. Birbirimize neler anlatmadık ki...  Evlenecektik, bir odacık daha konduracaktık avlunun bir yanına, kol kola girip sinemalara gidecektik.  Bekleyecekti, sonuna dek bekleyecekti beni, okumamı, kocaman adam olmamı bekleyecekti. Ah o günlerim!...

Kaygısız günlerim!... Günün gün edildiği günlerim!..

Zıkkımın Kökü / Muzaffer İzgü