.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

5 Ara 2017

Ruhun ölümsüzlüğü üzerine

Birinci söylev

Ruhun bedenden farklı bir töz olduğunu söylemeye dört elle sarılan insanların sisteminden daha saçma bir şey elbette olamaz; onların hatası bu iç organın kendi derinliklerinden idealar çıkarma gücü olduğunu varsayma kibrinden kaynaklanıyor. Bu ilk yanılsamayla baştan çıkan bazıları zırvalığı, doğuştan bazı idealarla geldiğimize inanma noktasına kadar vardırdılar. Bu gülünç hipoteze göre, ruh dedikleri bölümü tek başına bir töz haline getirdiler ve onun tek kaynağı olan maddeyi soyut olarak düşünme hayali hakkını ona atfettiler. Sanki bu ideaların bize duyularımız üzerinde etkide bulunarak beynimizi değiştiren dışsal nesneler şeklinde gelebilecekleri doğrulanmamış gibi, bu canavarca fikirler, ideaların düşüncenin tek nesneleri olduklarını söyleyerek kendilerini doğrulamaktadır. Her idea kuşkusuz ki sonuçtur; ama, nedenine erişmek ne kadar güç olsa da, bir nedenden kaynaklanmadığını varsayabilir miyiz? İdeaları ancak maddi tözlerden edinebiliyorsak, idealarımızın nedeninin gayri maddi olduğunu nasıl varsayabiliriz? 

Duyular olmadan idealara sahip olabileceğimizi ileri sürebilmek doğuştan kör birinin renklere dair bir fikri olabileceğini söylemek kadar saçmadır. Hayır Justine, hayır; yaşamımızın herhangi bir anında ruhumuzun kendi kendine ya da nedensizce hareket edebileceğine inanmayalım: Varlığımızı oluşturan maddi öğelere kesin olarak bağlı olan, onlara bütünüyle bağımlı, zorunlu olarak bizim içimizde hareket eden varlıkların izlenimlerine daima tabi olan ve onların özelliklerine göre, kabaca ruh denen bu ilkenin gizli hareketleri, bizim içimizde saklı nedenlere bağlıdır. Biz bu ruhun hareket ettiğini düşünüyoruz çünkü onu hareket ettiren iç güçleri görmüyoruz ya da bu dürtülerin bizim hayran kaldığımız etkileri yaratabileceğini varsaymıyoruz. Hatalarımızın kaynağı kendi bedenimize kaba ve hareketsiz bir beden gözüyle bakmamızda yatıyor, oysaki bu beden benlik bilincini art arda hissedilen izlenimlerin anısından ediniyor. Hisset şunu Justine: Varlıklar ancak bizim duyularımızla bilinebilir ya da bizde bir idea yaratabilirler; beynimiz bedenimizde iz bırakmış hareketlerin sonucunda dönüşür ya da ruhumuz düşünür, ister ve hareket eder. Bizim ruhumuz bildiğinden başka şey üzerinde bir şey yapabilir mi? Ya da hissettiğinden başka şeyi bilebilir mi? Her şey bize en ikna edici biçimde kanıtlıyor ki, ruh, doğadaki diğer varlıklarla aynı yasalara göre davranır ve hareket eder; bedenden ayrılamaz; onunla aynı gelişim içinde doğar, büyür, dönüşür ve sonuç olarak onunla birlikte ölür. Daima bedene bağlı olarak, onun da aynı mertebelerden geçtiğini görürsünüz: Çocuklukta beceriksiz, olgunlukta güçlü, yaşlılıkta donmuş. Ruhun akıllılığı ya da çılgınlığı, erdemleri ya da ahlâksızlıkları dışsal nesnelerin ve bunların maddi organlar üzerindeki etkilerinin sonucundan başka bir şey asla değildir. Ruhun bedenle özdeşliğine dair bu kadar güçlü kanıtlar varken, aynı kişinin bu parçasının ölümsüzlükten yararlanması, diğer parçasının ise yok olması nasıl hayal edilebilir? Sersemler, kendi keyiflerince imal ettikleri bu ruhu basit, uzanımsız, bölümlerden yoksun, tek kelimeyle, tanıdığımız her şeyden kesinlikle farklı bir varlık haline getirdikten sonra, deneyimin bize daimi çözüldüğünü gösterdiği ve bütün varlıklarda karşılaştığımız yasalara hiç tabi olmadığını ileri sürüyorlar; dünyanın da tinsel, evrensel bir ruhu olduğuna kendilerini ikna etmek için bu sahte ilkelerden yola çıkıyorlar ve kendi bedenlerinin uzantısı olan bu yeni kuruntuya tanrı adını veriyorlar. Buradan da dinler ve bütün saçma masallar, bu ilk zırvalıktan ister istemez kaynaklanan bütün devasa ve masalsı sistemler doğuyor; bu yaşamdan sonraki romanesk eziyet ve ödül fikirleri buradan kaynaklanıyor; ama eğer insan ruhu evrensel ruhun, yani evren Tanrı’sının bir uzanımıysa, nasıl ödül ya da ceza hak edebilir? Uzantısı olduğu varlığa daimi zincirliyken nasıl özgür olabilir? Dolayısıyla, nasıl cezalandırılabilir ya da ödüllendirilebilir? Ruhun ölümsüzlüğü aptal sisteminin müritleri bunun gerçekliğinin kanıtı olarak ruhun evrenselliğini bize söylemesinler. Bu görüşün şaşırtıcı kapsamı kadar basit bir şey olamaz: Güçlüyü içerir, zayıfı teselli eder. Bu kanaati yaymak için daha fazlasına ihtiyaç var mı? 

İnsanlar her yerde birbirine benzer ve her yerde aynı zaaflarla aynı hataları işlerler. Doğa bütün insanlara yaşamları için en canlı aşkı esinlediğinden, bu varoluşun sonsuzluğuna duyulan arzu zorunlu olur; bu arzu, bir süre sonra kesinliğe dönüşür ve daha acil olarak dogma halini alır. Bu yetenekteki insanların, bu sistemin duyurduğu her şeyi açgözlülükle dinlemesi gerektiğini sanmak kolaydır. Ama bir hayal mahsulüne duyulan arzu bu hayal mahsulünün gerçekliğinin tartışmasız kanıtı hiç olabilir mi? Biz aynı zamanda bedenlerin de sonsuz yaşamını arzuluyoruz; bununla birlikte, bu arzu ketlenmiştir: Peki, ruhumuzun sonsuzluğu arzusu niçin ketlenmiş olmasın? Bu ruhun doğası üzerine en basit düşünmeler onun ölümsüzlüğünün bir yanılsama olduğu fikrine bizi ikna etmelidir. Gerçekten de, bu ruh duyarlılık ilkesinden başka nedir ki? Düşünmekten, haz almak, acı çekmek ve hissetmekten başka nedir ki? Hayat, aralarında bağlar kurulabilen bu farklı hareketlerin bir araya gelmesinden başka nedir ki? Dolayısıyla, beden artık yaşamadığında, duyarlılık da işleyemez; ne idea olabilir ne de düşünce, İdealar bize ancak duyulardan gelebilir: Bu durumda, bu duyulardan mahrum kaldığımızda hâlâ idealarımızın olmasını nasıl isteyebiliriz? Ruh hayvan bedeninden ayrı bir varlık haline getirildiğine göre, hayat canlı bedenden ayrı bir varlık neden olmasın? Hayal bütün bedenin hareketlerinin toplamıdır; duygu ve düşünce bu hareketlerin bir parçasıdır: Dolayısıyla, ölmüş insanda bu hareketler de diğerleri gibi yok olacaktır. Gerçekten de, ancak organları yardımıyla hissedebilen, düşünebilen, isteyebilen, hareket edebilen bu ruhun acı ya da zevk tadabileceğini, hatta onu uyaran organlar çözülüp çürüdüğünde kendi varlığının bilincinde olacağını bize kanıtlamayı nasıl düşünebiliyorlar? Ruhun, beden bölümlerinin düzenlenmesine bağlı olduğu ve bu bölümlerin görevlerini yerine getirmek için işbirliği ettikleri bir düzenin olduğu ortada değil mi? Örneğin, organik yapı bir kez yok olduğunda, ruhun da yok olacağından kuşku duyamayız. Bütün yaşamımız boyunca bu ruhun organlarımızın hissettiği bütün değişimler tarafından değiştirildiğini, bozulduğunu, rahatsız edildiğini görmüyor muyuz? Bu aynı organlar tümüyle yok olduğunda bu ruhun hareket ettiğini, düşündüğünü, varlığını sürdürdüğünü hayal etmek için nasıl bir çılgınlık, nasıl bir saçmalık gerekir!

Örgütlü varlık, bir kez parçalandığında işlevini artık yerine getiremeyen bir saatle kıyaslanabilir. Bedenin ölümünden sonra ruhun hissedeceğini, düşüneceğini, haz alacağını, acı çekeceğini söylemek, bin parçaya bölünen bir saatin hâlâ çalışmaya devam edeceğini ileri sürmek demektir. Bedenin ortadan kalkmasına aldırmadan ruhun varlığını sürdürebileceğini söyleyenler, bir bedenin dönüşümünün kişi yok olduktan sonra da sürebileceğini elbette savunurlar.


Ey evladım, şuna emin ol ki, sen öldükten sonra gözlerin artık görmeyecek, kulakların işitmeyecek; tabutunun içinde hayal gücünün bugün sana siyah renklerde sunduğu bu sahnelerin tanığı olamayacaksın artık; nasıl ki doğumundan önce, doğadan alacağın organlar çeşidi değildiysen, artık sen olmayacak olan küllerini ne yapacaklarıyla da ilgilenme. Ölmek, düşünmeyi, hissetmeyi, zevk almayı, acı çekmeyi bırakmaktır: Fikirlerin de seninle birlikte yok olacaktır; acıların ve zevklerin mezarda senin peşinden asla gelmez. Dolayısıyla ölümü, kaygılarını ve melankolini besleyecek şekilde, huzurlu bir gözle düşün, ölümü sakin bir gözle görmeye kendini alıştır, huzurunun düşmanlarının sana aşılamaya çalıştıkları sahte korkulara karşı kendini teskin et.

Tanrıya karşı söylev / marguis de sade