.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

2 Eyl 2020

Kapitalizmde Korku

 





e) Kapitalizm Korkudan Vazgeçebilir mi?

Bu sorunun soruluş biçimi aslında yanlıştır; çünkü, korku, kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Korku olmadan özel mülkiyet olmaz, rekabet düşüncesi olmaz ve başarı ilkesi olmaz. Kısacası, korkuyu ortadan kaldırmak demek, kapitalizmi ortadan kaldırmak demektir. Eğitim ve öğretim sisteminde yapılacak liberalleştirmelerle, korku yaratan bazı durumlar elbette tasfiye edilebilir; ne var ki, korku kaynağı olarak geriye kalanlarla ölçüldüğünde, reformlarla yapılacak bu tür korku eksiltici yenilikler büyük bir rol oynamayacaktır. Çünkü, hiçbir reform, kapitalist karın gerçekleşmesi şartını değiştirmeyecektir. 

Yine hiçbir reform, egemenlik ilişkilerinin güvence içinde olması ve uyruk kitlelerin fazla kafa yormadan boyun eğmesi gerekliliğine dokunamayacaktır. Bunun için zorunlu baskı araçları, istendiği kadar uygarlaştırılmış olsun, bunlar, gerçekten özgür bir toplum tasarımıyla çelişki içindedir. Baskı araçları, anababa evindeki sevgisizlikten devlet zoruna kadar uzanır. Anababa evindeki sevgisizlik, nesnel olarak devlet zorunun daha ince ve fark edilmeyen yöntemlerle donatılmış bir uzantısıdır; ancak, kapitalizmin "demokratik" aşamasında oldukça önemli bir rol oynayacaktır. Bütün baskı araçları, bireyde, çevrenin onu tehdit ettiği temel duygusunu uyandırırlar. Bu nedenle, korku, kapitalist toplumun insanının hayatında ana unsur olarak kalır. Bu, kapitalist gelişme boyunca çeşitli varyasyonlar halinde ortaya çıkabilir; ama, etkisi her zaman aynıdır: Uyum sağlama ve sisteme ters düşmeyen bir dengeleme.

Uyum sağlayarak, denge yaratarak ve bir fasat kurarak saklanabilen korku, gelecekte de kapitalizmin en iyi egemenlik aracı olacaktır. Sistem bireye, onu korkusundan kurtaracağı sözünü verdiği oranda, birey, duygusal ve varoluş koşulları bakımından sisteme bağlı olacaktır.

Nevrotik korku, dürtünün baskı altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Kapitalizmde dürtünün baskı altında tutulmasının önemine, daha önceki açıklamalarda değinmiştik. Şimdi bunu burada, bir kez daha, bu sefer tezler halinde bir araya getirmek istiyorum:

Dürtünün baskı altına alınması (esas olarak, saldırganlığın ve cinselliğin baskı altına alınması), suçluluk duyguları ve korku üretmektedir. Çünkü dürtüler, bilinçsizce yaşamaya devam edecek ve dıştaki ve içselleştirilmiş durumdaki otoritelerin yargılayıcı ve ceza verici mercileriyle korku dolu çatışmalara yol açacaktır. Birey, korkudan kaçmak için, uyum sağlayacaktır. Suçluluk duygularıyla korku, egemenlik araçları olarak ortaya çıkacaktır; bunlar sayesinde, egemenlerin çıkarları, sürtüşmelere meydan vermeden ve "demokratik" olarak, yani açık faşizme başvurmadan, gerçekleşir.

Dürtülerin bastırılmasıyla üretilen korku ve güvensizlik, herhangi bir biçimde dengelenmek zorundadır. Dengeleme için, esas olarak iki yol vardır: Mesleki beceri ve tüketim. Bununla, kapitalist endüstri, dürtülerin bastırılmasından doğrudan yararlanmaktadır; çünkü, kendisi, -sosyalist endüstrinin aksine- çok hızlı artması gereken bir tüketime muhtaçtır.

Dürtülerin baskı altına alınması, ezilen bireyde bir saldırganlık potansiyeli yaratır; bu potansiyel, sistemin iç ve dış düşmanlarına karşı kanalize edilerek, kapitalizmin çıkarları için doğrudan kullanılabilir.

Dürtülerin bastırılması, sistemin parçasıdır. Bir baskı sistemi olması sıfatıyla kapitalizm, dürtüleri bastırma ve korkuyu sürdürme ya da onlardan vazgeçme gibi bir seçeneğe sahip değildir. Ama böyle bir seçenekle karşılaşsa bile, bunlardan vazgeçmeyeceği açıktır; çünkü dürtülerin bastırılması da, korku da, kendisine nihai hizmetler sunmaktadır.

f) Egemenliği Güvence Altına Almada Bir Araç Olarak

Psişik Baskı

Kapitalizm, zor durumdadır: Bir yandan, dışa karşı özgür ve demokratik bir toplum biçimi olarak görünmek zorundadır; bunun, komünizme karşı sürdürdüğü ideolojik mücadelede büyük önemi vardır. Öte yandan, kendi sömürü ve egemenlik ilişkilerini ayakta tutmak ve insanları, buna başkaldırmayacak halde topyekun boyunduruk .altında tutmak zorundadır. Peki, bu çelişkili durumun üstesinden gelebilmek için, kapitalizmin ihtiyaç duyduğu insan, ne gibi özellikleri taşımalıdır? Erich Fromm, bu soru ya aşağıdaki cevabı veriyor:

"Büyük gruplar halinde, sürtüşmeden bir arada çalışabilen, her zaman daha çok tüketim yapma isteğinde olan, standartlaşmış, kolaylıkla etkilenebilir ve önceden kestirilebilen zevklere sahip insanlara ihtiyaç duymaktadır. Yine kapitalizmin; boyun eğmediğini, hiçbir vicdani buyruk ve ilke karşısında yükümlü olmadığını düşünen; ama buna rağmen, emir almaya, bekleneni yapmaya, kendini sorun çıkarmadan toplum makinesine sokmaya hazır insanlara ihtiyacı vardır."

Sonra Fromm, bir soruyla devam ediyor: "Zora başvurmadan, bir insan nasıl yönetilebilir, başbuğ olmadan nasıl güdülebilir ve ortada hiçbir hedef yokken nasıl şevklendirilebilir - ve bütün bunları yaparken de, onun sürekli hareket halinde bulunması, işlevsel olması ve ilerlemesinden başka bir amaç olmayacaktır?"

Bu soruyu cevaplandırabiliriz: İnsan, öyle yönlendirilir ki, manipülasyonu fark etmez; aslında kendisinin egemenlik altında tutulmasına yarayan şeyleri (cinsellik, tüketim, turizm), özgürlük diye anlayıp aldanarak; sözde mutluluğu ıı.rarken yedek tatminlerin birinden diğerine koşarak; kendisini uyuma sürükleyecek bir korkuya ve bu uyumu "beceriklilik" diye ilan eden bir ideolojiye sahip olarak; kendi ihtiyaçlarıyla sermayenin ihtiyaçlarını ayırt edemeyecek kadar düşünme yeteneğini kötürümleştirerek; özel hayatındaki köleliğin ve yabancılaşmanın bireysellik ve özerklik olduğuna inanarak.

Bu insan artık, öyle açıkça ezilen, ilişki kuramayan ve çekingen bir birey değil, aksine açık görüşlü, ilerlemeye inanmış genç bir "bireyci"dir, modanın bilincinde olan bir "Twen" okurudur. Özgürlüğü, (modern reklamların, modem mutluluk ve boş zamanları değerlendirme endüstrisinin egemenliği altında) "dar görüşlü ahlak"a ve bütün geri kafalılıklara pabuç bırakmamasındadır.

Özerkliği de, "büyük ve engin dünyanın özel havası" ile "yeni zamanın ritmi"nin kendisinden istediklerini, gönüllü olarak yapmasından ibarettir. Birey oluşu, saç tuvaletinde, makyajında, giydiklerinde ve arabasında bulunmaktadır. Bu, endüstrinin kendisine kitle manipülasyonu aracılığıyla sunduğu ve onun da kabul ettiği bir bireyliktir; çünkü gerçek olanını, çoktan kaybetmiştir. Bu insan, kendisine topyekun yabancılaşmış biridir, başkalarının gözünde değer olmak için, (kitle manipülasyonun verdiği sözlerle karşılaştırma yapıp da) kendi "yeteneksizliğini" ve derin mutsuzluğunu fark etmemesi için, mesleki ve cinsel başarıya ihtiyaç duymaktadır. 

İnsan, mutluluğunu sistemin uzattığı ellerden minnetle alacak kadar böylesine topyekun yönlendirilmişse, o zaman sistem de dış baskıdan vazgeçebilir. Maddi ve fiziksel baskı yumuşayabilir,

çünkü, psişik baskı mükemmeldir. Peki, modern kitlesel manipülasyonda, hala ezilmekten söz etmemizi haklı kılan nedir? Modern insan, dizginlerini kaptırmıştır ve yabancı güçlerce yönlendirilmektedir, bu kesin. Ama ne derece baskı altındadır ve ezilmektedir?

Cevap: Ancak baskı altındaki insan, kendisini böylesine manipüle ettirir. Daha önce, reklamlar örneğinde göstermiştik: Ancak gerçek cinsel tatminden vazgeçmek zorunda kalan kimse, seksüel çığırtkanlıklara aldanır. Bu anlamda devam edebiliriz: Ancak kendine güveni olmayan kimse, bunu otomobil ya da makyajla satın alacaktır. İnsanları sürekli ilişki aramaya ve yüzeysel beraberlikler kurmaya, ancak nevrotik bağlanma yeteneksizliği sürükler. Ancak gizli aşağılık kompleksleri nedeniyle insanlar, cinsel ve mesleki başarı peşinde koşarlar. Ancak başkalarının bakışlarından korkanlar, çevrelerini yaşama zevki ve kendine güven veren aromalarla sararlar.

Temel ve en önemli psişik baskı, dün olduğu gibi bugün de yine anababa evinde, okulda ve meslekte cereyan eder; manipülasyon da, ancak bu baskıya dayanarak etkisini gösterir. Bu baskı, şüphesiz eskisi gibi öyle katı ve eksiksiz değildir artık, olamaz da. Çünkü, belirttiğimiz gibi, kitlesel yönlendirişin başarı kazanması için, moralin göz göz olması, yasakların yumuşaması ve şimdiye kadar ayıp sayılan dürtülerin, kısmen meşruiyet kazanması gerekmektedir. Sisteme hoş gelen bu tür gevşemelere bizde, "pedagojik reform" ya da "ilerici eğitim" denir. Oysa, bunlar nesnel olarak, bireyin kendisini kapitalist sisteme tamamen teslim etmesi için yapılmış harika birer davettir. Bazı insanlar, bunun gerçek bir özgürleşme olduğuna inanabilir. Ne var ki, bu umut planlanmış bu kurtuluşun baştan itibaren, esas olarak özel yaşama alanı ve boş zamanlarını değerlendirmeyle sınırlı kalmasıyla boşa çıkacaktır. Görev ve sevincin, çalışma ve zevkin ayrılığı sürecektir. Meslek sistemimiz, kamu hayatının erotikleşmesine ve psişik kurtuluşa izin vermez. Boyun eğmeye, başkalarının gözünde sınav kazanmaya ve rekabet kavgasında başarılı olmaya yönelik içselleştirilmiş zorlama, (bedeni olarak da dile gelebilecek) gerçek sempati ve dayanışmayla, eskiden olduğu gibi, yine bağdaşmayacaktır. Sistem tarafından istenen "liberalleşme", kısa zamanda yine sistemin sınırlarına çarpacaktır.

Bu sınırlar, işçilerde en dar biçimde çizilmiştir. Onların çoğu boş zamanlarında, manipüle edilen mutluluğa bile katılamamaktadır. Vardiya ve akort çalışmaları, onların elinden bunun için gerekli ruhsal ve fiziksel imkanları alır. Meslekle, evle ilgili sorunlar ve diğer maddi kaygılar, çalışma dışında da onların hayatlarını belirlemektedir. Mutluluk endüstrisinin çağrılarından ve dergilerinden, durumlarını nasıl düzeltebileceklerini değil de, ellerinde olmayanları öğrenirler. Bireyin modern "kurtuluşu", çırakların işçi olarak yetiştirildiği yerlere, yani meslek okullarınave çırak kadrolarına girmez. Eğitim düzenleri, yönetmeliklerden ve yasaklardan oluşan, kışlaya uygun bir katalogdur; bu eğitimin hedefi de, insanların, sermayenin emirlerine en küçük bir karşılık göstermeden boyun eğmeleridir.

Psişik ve cinsel bu aldatıcı kurtuluş, esas olarak orta tabakaya özgü bir görüngüdür. Eleştirici düşünmeyi ve ihtiyaçlarının (tarihi bakımdan çoktan mümkün olan biçimde) yerine getirilmesi hakkını kavramayı öğrenmiş hangi işçi, günde sekiz (ya da daha çok) saatinin tekdüze bir iş için uçup gitmesini (niçin ve kimin için diye sormadan) kabul edebilir?


Kapitalizmde Korku Teorisi Üzerine Bazı Sorular ve Bunların Cevapları ( 205,206,207,208,209)

Kapitalizmde Korku / Dieter Duhm