.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

18 Kas 2020

Kendine ait bir oda

  




Kazandığım her kuruş, diyebilirlerdi, elimden alınacak ve kocam nasıl isterse öyle harcanacak. demek ki para kazanmak -kazanabiliyor olsam bile- benim pek de ilgimi çeken bir husus değil. en iyisi kocam uğraşsın bununla.

cinsiyet ve doğası doktorlara ve biyologlara cazip gelebilirdi ama şaşırtıcı ve açıklaması güç olan, cinsiyetin -yani kadınların- aynı zamanda sevimli deneme yazarlarına, çalakalem yazanlara, lisansüstü eğitim almış genç adamlara, eğitimsiz erkeklere, kadın olmamaları dışında görünürde hiçbir niteliği olmayan erkeklere de çekici gelmesiydi. bu kitaplardan bazıları, görünürde, saçma sapan ve ciddiyetten uzaktı; ama çoğu da ciddi ve kehanetle dolu, ahlâki ve öğüt verici idi. salt başlıklarını okumak bile sahneye ve kürsüye çıkıp, genellikle bu tür konuşmalara tanınan zamanı epeyce aşarak konu hakkında nutuk atan sayısız okul müdürünü, sayısız din adamını getiriyordu akla. çok garip bir olaydı bu ve anladığıma göre erkek cinsine tahsis edilmişti. kadınlar, erkekler hakkında kitap yazmıyorlar.

…bu kataloglardan gördüğüm kadarıyla neden erkekler kadınlara değil de, kadınlar erkeklere çok daha ilginç geliyordu?

… kadın ve kadının neyin üzerinde olursa olsun -politika, çocuklar, ücretler, ahlak- etkisi konusunda uzmanlaşan sayıca çok ve bilgili bütün beyefendilerin görüşünü almak zaman kaybı gibi geliyordu bana. yazdıkları kitapların kapaklarını açmasam da olurdu.

gezegenimizde çok kısa kalan ve bu gazeteyi eline alan bir konuk bile, diye düşündüm, bu dağınık ifadelere bakarak ingiltere'de ataerkil bir yönetim olduğunu anlardı.

eğer profesör kadınların üstün konumda olmadıklarını biraz fazla vurguladıysa, büyük olasılıkla kadınların üstün olmadıklarını değil, kendi üstünlüğünü düşünüyordu. bir hayli hiddetlenerek ve epeyce vurgulayarak koruduğu da buydu. çünkü sahip olduğu şey onun gözünde nadide bir mücevherdi.

kendimize güvenimiz olmazsa beşikteki bebekler gibi oluruz. ölçülemeyen ama pek değerli olan bu niteliği el çabukluğuyla nasıl oluşturabiliriz? başkalarının bizden daha aşağıda olduğunu düşünerek. başkalarına karşı doğuştan gelen bir üstünlüğe sahip olduğumuzu hissederek.

geçen gün çok insancıl, erkeklerin en alçakgönüllüsü olan z. eline rebecca west'in bir kitabını alıp, bir paragraf okuyunca “rezil feminist! erkeklerin kendini beğenmiş olduğunu söylüyor!” diye bağırdığında düştüğüm şaşkınlığı açıklar mı? beni çok şaşırtan -karşı cins hakkında kaba olsa da büyük olasılıkla gerçek olan bir ifadede bulundu diye miss west neden rezil bir feminist olsundu ki- bu haykırış sadece yaralı bir kibrin çığlığı değildi; o adamın kendine inanma gücünün uğradığı saldırıya karşı bir protestosydu.

bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler, büyülü bir aynaydı bu ve müthiş bir yansıtma gücü vardı. böyle bir güç olmasaydı dünya hâlâ bataklık ve balta girmemiş ormalardan ibaret olurdu. savaslarda zafer kazanıldığı duyulmazdı.

… uygar toplumlarda hangi işe yararlarsa yarasınlar, bütün şiddet ya da kahramanlık eylemlerinde aynalar gereklidir. işte bu yüzden napoleon da mussolini de kadınların erkeklerden aşağı olduğunda bu kadar ısrarcıdırlar, eğer onlar aşağıda olmasalardı kendileri büyüyemezledi. bu da çoğunlukla kadınların erkeklere gerekli olduğunu kısmen de olsa açıklamaya yarıyor. ayrıca erkeklerin kadının eleştirisi karşısında ne kadar tedirgin olduklarını, aynı eleştiriyi yapan bir erkeğin verebileceğinden daha fazla acı vermeden, erkeği daha çok öfkelendirmeden kadının, bu kitap kötü, şu resim zayıf filan demesinin nasıl olanaksız olduğunu da açıklamaya yarıyor. çünkü eğer kadın gerçeği söylemeye başlarsa aynadaki görüntü büzülür, erkek hayata uyum sağlayamaz olur. kahvaltıda ve akşam yemeğinde kendini olduğundan bir kat daha büyük görmezse hükümler vermeye, vahşileri uygarlaştırmaya, yasalar koymaya, kitaplar yazmaya, süslenip ziyafetlerde nutuk çekmeye nasıl devam eder? ayna görüntüsü çok önemli çünkü zindeliği besler, sinir sistemini harekete geçirir. kaldırın o görüntüyü, o zaman erkek ölebilir, tıpkı kokainsiz kalan kokainman gibi.

teyzemin bıraktığı miras bana gökleri açtı ve sürekli hayran olayım diye milton'un önerdiği bir beyefendinin iri ve heybetli bedeninin yerini uçsuz bucaksız bir gökyüzü aldı.

aslında eğer kadın, sadece erkeklerin yazdığı kurmacalarda var olsaydı kadının büyük öneme sahip biri olduğunu hayal ederdik.

… böylece çok garip ve karışık bir varlık çıkıyor ortaya. hayal edildiğinde çok önemli; pratikte ise tamamiyle önemsiz. şiir kitaplarını baştan sona istila etmiş tarihte ise adı geçmiyor. kurmacalarda kralların ve fatihlerin hayatlarına hükmediyor gerçek hayatta ailesinin parmağına zorla yüzük taktığı herhangi bir delikanlının kölesi. dudaklarından edebiyatın en ilham verici sözcükleri, en derin duygularından bazıları dökülüyor gerçek hayatta okuması yazması neredeyse yok zor heceliyor sözcükleri ve kocasının malı durumunda.

kadınların elizabeth döneminde neden şiir yazmadıklarını soruyorum ancak nasıl bir eğitim aldıklarını bilemiyorum. yazı yazmak öğretiliyor muydu onlara, kendilerine ait bir oturma odaları var mıydı, yirmi bir yaşına gelmeden kaç kadın çocuk doğuruyordu, kısacası sabahın sekizinden akşamın sekizine kadar ne yapıyorlardı. görünüşe bakılırsa paraları yoktu profesör trevelyan'a göre çocukluktan çıkmadan on beşinde ya da on altısında hoşlansalar da hoşlanmasalar da evlendiriliyorlardı. bunları gördükten sonra içlerinden birinin ansızın shakespeare'in oyunlarını yazmasının son derece garip olacağına karar verdim.

çünkü iffet bazı toplumların bilinmeyen nedenlerle uydurduğu bir fetiş olsa bile, bir kadının öyle olması istenirdi. o dönemde, hatta bugün bile iffetin bir kadının hayatında dinsel bir rolü vardır, sinirlerle ve içgüdülerle öylesine sarılıp sarmalanmıştır ki onu kesip almak, gün ışığına çıkarmak büyük cesaret ister.

kadın olmanın en büyük avantajlarından biri, çok güzel bir siyah kadının yanından bile, onu bir ingiliz kadını yapmak için istek duymadan geçebilmektir.

dünya kadına erkeklere dediği gibi “istersen yaz, umurumda değil” demiyordu. dünya kaba kaba gülerek “yazmak mı?” diyordu, “yazman ne işe yarıyor?”

kadın hareketinde onca etkisi olmuş olan, o çok ilginç ve karanlık erkek kompleksinin alanına giriyoruz; “kadın aşağıda olmalıdan çok erkek üstün olmalı” diyen, erkeğin düşeceği tehlike minicik görünse de, tehlike yaratan kişi alçakgönüllü ve sadakatli olsa da sadece sanatın önünü değil siyasetin önünü de tıkayan, gözümüzü nereye çevirsek erkeği oraya yerleştiren, o derinlerdeki arzunun.

ne yazık ki tam da üstün yetenekli erkekler ya da kadınlar kendileri için söylenenlere en çok aldıranlardır.

ancak belli ki kadınların değerleri karşı cins tarafından konulan değerlerden sıklıkla farklı, doğal olarak böyledir bu. ne var ki geçerli olan erkeklerin değerleridir.

isterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı.

çünkü bir erkek için çok derin, çözümü çok zor, çok simgesel olan duygu kadını sadece şaşırtır.

ben zihinsel olsun, kişilikle ilgili olsun yetilerin şeker ya da tereyağı gibi tartıya vurulabileceklerine inanmıyorum. insanları sınıflara ayırmada, başlarına kep, adlarının arkasına da harfler koymada onca usta olunan cambridge'de bile.

sizlerden sorumluluklarınızı hatırlamanızı, yükselmenizi, daha akıllı olmanızı rica ediyorum. ne kadar çok şeyin size bağlı olduğunu, gelecek üzerinde ne kadar etkiniz olabileceğini hatırlatmalıyım.

insanın kendisi olması her şeyden daha önemlidir, derken buluyorum kendimi. başkalarını etkilemeyi hayal etmeyin, derdim, sizleri coşturacak biçimde söylemesini bilseydim. her şeyi kendi içinde düşünün.

ve işte son bir uyarı: mr. john langdon davies “çocuklar artık istenmez olunca kadınlar da artık gereksiz olur” diyerek kadınları uyarıyor. umarım bunu bir kenara yazarsınız.

ben tek bir sözcük bile yazmayan ve o kavşakta gömülü olan şairin hâlâ yaşadığına inanıyorum. sizin içinizde ve benim içimde yaşıyor ve bulaşık yıkadıkları, çocuklarını yatırdıkları için bu gece burada bulunamayan pekçok kadının içinde.