.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

3 Tem 2024

Yolculuk

 



Dağlar, ırmaklar, insanlar, ölümler, avcılar, köylüler...

Çok yordular beni , diyor Adam.

Sözcükler demek istiyorsun , diyor Kadın.

Sözcükler de , diyor Adam. Haklısın. İster istemez.

Ama söz konusu olan her zaman bu değil miydi, diyor Kadın.

Hayır, diyor Adam. Her zaman bu değildi.

Yolculuğa bunun için çıkmamış mıydın, diyor Kadın.

Hayır, diyor Adam, Bu da vardı. Belki vardı. Olabilirdi. 

Ama amaç bu değildi.

Peki ya neydi, diye  soruyor Kadın.

Yolculuğun kendisi, diyor Adam.

Demek öyle, diyor Kadın. Peki, şimdi bittiğine göre?

Biten ne , diyor Adam.

Yolculuk , diyor Kadın.

Gerçek yolculuk şimdi başlıyor, diyor Adam.

Bir kez daha mı çıkacaksın bu amansız yolculuğa , diyor Kadın.

İster istemez, diyor Adam.

Boşuna çabalama, diyor Kadın. Orda gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını yazamazsın.

Bende düşlediklerimi yazarım, diyor Adam.

Her zamanki gibi, diyor Kadın.

Her zamanki gibi, diyor Adam.

Öyleyse hiç durma yaz , diyor Kadın.

İşte kağıt, işte kalem.


Ferit Edgü / Yaralı Zaman

           

Düşün kalıba girmez kütlesi üzerinde yüzen ruhum ben.

 



"Büyüsünden sıyrılmamız gereken sözcüklerden  biri —en önemlilerinden biri— de 'insan' sözcüğü.

 Bir tılsım gibi kullanıp en yüce duyguların aracı haline getiririz onu;  tek tek insanı, ki­şiyi  (dostumuz  olsun  düşmanımız  olsun)  o  sözcüğün  yardımı, aracılığıyla ezmekten, yıkmaktan çekinmeyiz. Düşlediğimiz, ta­sarladığımız, kurduğumuz, dilediğimiz bir anlamı yükleyiverdiğimiz 'insan'  sözcüğü,  sırasında en  güçlü  aracımız,  saldırganlık kargımız olur.

İnsanı en yüksek yere yerleştirmekten, hayvanlardan, bitki­lerden, sulardan, dağlardan çok önemli olduğuna, her şeyin insan için yaratılıp insana kulluk etmesi gerektiğine inanırmış gibi ya­şamaktan  vazgeçelim.  Belki  o  zaman  insanın  değerini  öğrenir,hayvanla, bitkiyle, suyla, dağla, taşla birlikte bir anlamı olduğu­nu,  olabileceğini  anlar,  belki  o  zaman  insana  saygı  duymasını başarırız."

Ne  tuhaf!  Bunları,  bir zamanlar,  ben yazdım.  Ben  savun­dum. Oysa gece üzerimize çöktükten sonra, bu yolda sözler söy­lemenin  gereksizliğine herkesi  inandırmak  için  elimden  geleni ardıma komadım.

Uykunun değerini  benden iyi  bilen yok.  İlk gençliğimden bu yana —kısa birtakım dönemler (kendi yaşayışımı değil, baş­kalarının istediğini yaşadığım kısa birtakım dönemler) dışında— yeterince  uyuyamamanm,  uykusunu  alamamanın,  çalışırken gözlerim kapanmasın diye, ya da —gözlerim açık kalsa bile— düş  görmeğe  başladığımın  farkına  vararak,  uyumayayım  diye uğraşmanın  sıkıntısı  içindeyim.  Çalışırken  çevremde  ses  iste­mem;  buna  karşılık,  kitaplıkların,  müzelerin  sessizliğinde  baş veren  dayanılmaz  uykuyu,  ezici  yorgunluğu  üzerimden  atmak için dışarı fırlamak zorunda kalmışımdır çoğu kez. Gecelerimin uykusu hiçbir zaman sancı olamıyor. Uyumak istiyorum, uyku­dan ürküyorum. Oysa insanın sesle, sözle, imgeyle, düşünceyle, büyüyle uyutulması, artık kılımı kıpırdatmıyor, hayır, artık kılı­mı bile kıpırdatamıyor.


Paris.  Metro. Tanıma gelmez, bir kez koklandı mı unutul­

maz,  unutulamaz,  özlenir kokusu.  Birkaç  saniye  sonra tren  ka­

ranlıktan  çıkarken  biri  beni  itecek.  Karanlık  ağza  bakıyorum. 

Çevreme bakmamam gerek. Beni iteni görmemeliyim.

Tren geldi, bindim. Kimse itmedi beni.

Direniyorum. Olmuyor.


Bilge Karasu / Gece