.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

9 Oca 2012

Kaptan Yemeğe Çıktı Ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi..




Kendimize işkence etmek için kullanmak isteyeceğimiz bir şey hep bulunur sanırım... Hipodromda başkalarının hislerini paylaşırsın; o ümitsiz karanlığı, pes edip vazgeçmenin kolaylığını... Bahisçilerin dünyası gerçek dünyanın makul ölçülere indirgenmiş şeklidir; hayatın ölümle sürtüşmesi ve kaybetmesidir... Sonuçta kimse kazanamaz... Geciktirmektir tek isteğimiz, o göz kamaştırıcı ışıktan gözlerimizi bir an için kaçırmak...


Çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarının... Şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir süprizdir ölüm onlar için... Olmamalı oysa... Ben ölümü sol cebimde taşırım... Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum...

 Bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli... Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanmayan hayatlardır...

Ölümün tahammül edemediği bir şey varsa yüzüne gülünmesidir...


 Yürüyen bir merdivenden inerken kendini aynada görürsün ama doğrudan bir bakış değildir bu, temkinli bir gülümseme ile yanlamasına bir göz atışdır sadece... Çok da kötü görünmezsin, tozlu bir mum gibi... Elden ne gelir?... Tanrıların canı cehenneme, oyunun canı cehenneme...

 Ve babaların laflarını hatırlarsın hep... Jeffers : Öfke duy güneşe... Hepsi birbirinden güzel... Satre mesela : Cehennem ötekilerdir... Hedefi gözünden vurmak diye buna derim... Ben hiç yalnız hissetmem kendimi... En iyisi yalnız olup, tamamen yalnız olmamaktır...

 Hayat düzmüş beni bi kere, geçinemiyoruz... Hayattan küçük lokmalar almak zorundayım, bütün atamıyorum ağzıma... Kovalar dolusu bok yemek gibi... Akıl hastanelerin, sokakların dolu olması beni şaşırtmıyor... Kedilerimi seyretmek bile iyi gelir bana... İçimi serinletir... Onların yanında kendimi iyi hissederim... İnsan dolu bir odaya sokmayın beni yeter ki... Sakın...


 Yaşarken hepimiz farklı tuzaklara yakalanırız... Kimse kaçamaz o tuzaklardan... Bütün hayatını bir tuzakta yaşayanlar bile vardır... Önemli olan tuzağın tuzak olduğunu fark etmektir... Fark edemiyorsan bitmişsin...


 Yürüyen merdivenlerde ve asansörlerde inip çıkan insanlar, araba süren insanlar, garaj kapılarını uzaktan kumanda ile açan insanlar... Sonra yağlarını eritmek için jimnastik salonlarına gidilir... 4.000 yıl sonra bacaklarımız olmayacak, ördeklere benzeyeceğiz... Bütün türler kendilerini yok ederler... Dinozorların sonu da böyle oldu... Canlı namına ne varsa yediler, sonra birbirlerini yemeye başladılar ve sonunda tek dinozor kaldı ve o orospu çocuğu da açlıktan öldü...


Yakında öleceğimi biliyorum ve bunu çok garipsiyorum... Bencilim, kıçımı iskemleye yerleştirip, şiir yazmaktan bıkamadım...Yazmak ateş yakıyor içimde, havada perendeler atıyorum yazarken... İyi de, nereye kadar?... Gitmesini bilmek lazım... Depomuzda ki yakıttır ölüm... Devam edebilmek için ihtiyacımız var... Hepimize lazım... Bana lazım, size lazım... Zamanı geldiğinde gitmezsek çevreyi kirletiriz...


 Milli borcumuz bizi dev bir ahtapot gibi yutabilir... İnsanlar mezarlıklarda uyumaya başlarlar... Bir çürümüşlüğün tepesinde zenginlerden oluşmuş bir krema tabakası var aynı zamanda... Şaşırtıcı değil mi?... Bazı insanların o kadar çok paraları var ki, kaç paraları olduğunu bile bilmiyorlar... Milyon dolardan söz ediyorum... Zenginler hala zirvede, sistemi sağmanın bir yolunu hep bulur onlar...



Bozgun sonrasında güç toplamak kadar öğretici bir şey daha yoktur... Ama çoğu insan korkularına yenilir... Başarısızlıktan o denli korkarlar ki, sonunda başarısız olurlar... Fazlası ile koşullanmışlardır, birinin onlara ne yapması gerektiğini söylemesine alışkındırlar... Aile ile başlar, okul ve iş hayatında sürer...


 Bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum... Repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz, sadece kamera yok... Yine de çıkamıyoruz filmin içinden... Ve film kötü...


 Kimseyle yarışmıyorum ve ölümsüzlüğe dair düşüncelerim yok... Umurumda bile değil... Hayatta iken devinmek önemli olan... Gün ışığında kapılar açılır ve atlar ışığın içine fırlar ve cokeyler; parlak ipek giysilerinin içinde küçük şeytanlar, zorlayarak, sapına kadar... İhtişam devinimde ve hodri meydan diyebilmektir... Ölümün canı cehenneme... Her şey bugün, bugün, bugün... Evet...

 Her şey saniyenin içinde olup biter... Hayattasın... Ölmüşsün... Ve hayat sürer...

 Pamuk ipliği ile bağlıyız hayata... Olasılıkların arasında talihimizle geçici olarak varız... Bu geçicilik unsuru işin en iyi ve en kötü kısmıdır... Elden de birşey gelmez... Bir dağın zirvesine çıkıp on yıllarınızı meditasyon yaparak geçirseniz de bu gerçeği değiştiremezsiniz... Kabullenmeyi seçebilirsiniz ama bu da ne kadar sağlıklıdır bilemiyorum... Fazla düşünüyoruz belki de... Daha çok hisset, daha az düşün...

 İnsan kendini çok derin tahlil etmemeli, yoksa hiçbir şey yapmaz, yaşam durur… Bir kaya parçasının üstünde hiç kımıldamadan oturan bilgelere döneriz… Bu da ne kadar bilgecedir bilemiyorum… Aşikar olanı silerler ama bir şey sildirir onlara… Tek bir sineğin kendisiyle düzleşmesi gibidirler bir anlamda… Kaçış yok, etki yok, etkisizlik yok… Kendimizi zarar hanesine yazmaktan başka çare yok… Oynayabileceğimiz bir hamlemiz kalmamış… Mat olmuşuz…

 İlginç insanların sayısı neden bu kadar az... Milyonlarca insanın içinde neden sadece birkaç kişi?.. Bu kasvet verici ve cansız türle yaşamaktan başka çare yok mu?.. Tek bildikleri şiddet sanki...Uzmanlık alanları... Şiddet söz konusu olduğunda çiçek gibi açıyorlar... Olasılıklarımızı kokutan bok çiçekleri gibi... Sorun onlarla etkileşim içinde olmanın kaçınılmazlığı...



Charles Bukowski