.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

15 Eki 2020

“...özgürlüğüme tutsağım.”

 


“bu toplumu haklı çıkarmadan ölmenin bir yolunu bulmalıyım diye düşünüyorum. akciğer kanserinden ölsem çok sigara içiyordu diyecekler. sirozdan ölsem çok içki içiyordu diyecekler. araba çarpsa, herhalde hafif içkiliydi, şoför haklıdır diyecekler.

türkiye’de intihar da edilmez. ilaç ve içki şişelerinin kapakları açılmaz, su gelmeyebilir, havagazı gelmeyebilir, tren vaktinde gelmez, atamazsın kendini altına.”


"üzgünüm geçer diyemeyeceğim; çünkü asla geçmiyor ve katlanarak artıyor.

asıl terk edilenin, terk eden olduğunu anlamıyor ki kimsecikler..

terk eder görünen, neşteri ortak yaraya batırabilendir, çünkü bu güç iş ona bırakılmıştır.

yitirdiklerini, çekeceği acıları bilse de gerekeni yapmak zorundadır, daha azla uzlaşmacı değildir.

benim gibi yapın. nereye olduğunu bilmeden ve durmadan yürüyün..."


--"savaşlar kentinin kızısın sen; her yolculuğun, her seferin bir bedeli, karşılıklı bir bedeli olduğunu bilmelisin. korkma sakın!"


--"ne de olsa ikimiz de iki üç paragrafla geçiştirilemeyecek kadar zorlu bir çaba gösterdik aramızdaki 'şey'i anlamak için. bildik hiçbir şeye benzemiyor ki."


 --"bir önceki ilişkiden devralınan incelikler sonraki sevgililikleri kalkındırır"


--biraz sonra, gün bütün fazlalıklarından arınıp çağdaş tirşe rengini bulduğunda sen girdin içeri. geniş zamanda. bir gün boyunca usulca hazırlanan, anı kollanan, gelip çatması beklenen, yine de beklenen anda geldiği için şaşırtıcılığı büsbütün artan bir doğaçlama gibi.


--"sen uyuyordun, bilemezsin. kaç sigara içiyorum üst üste, kaç eski gazete okuyorum ilânlarına kadar. her sabah kaç bin güçlükle alışıyorum önümdeki güne, getireceklerine."


"...bir ömre tek bir yaşamın az geldiğini bilirsiniz, bir yazarsanız."


--"kendime bir ilham periliği vehmedecek kadar komik bir insan değilim tabii. kendimi de o kadar beğenmem. yalnız şöyle bir şey var: düşünen ve sorgulayan bir insanım. bu sözünü ettiğiniz kişiler de kendi yaptığı işleri sorgulayan, düşünen, tartışmayı seven kişilerdi. herhalde asıl çekici yanım buydu benim. tartışırdım. bir de çok açık sözlü olmam etkili olmuştur sanıyorum. konuyu anlamam ve disiplinli olmam. ilişkilerimde hep kendime bir dokunulmazlık alanı bulmuşumdur. bu da hakikaten sevilmem, değerlendirilmemle birlikte, çok tartışmalara neden olmuş bir özelliğimdir. başkasına verdiğim özgürlüğün, yaratma, tek başına düşünme, yalnız kalma özgürlüğünün bana da verilmesini isterim."


--baktım da oğlum hiçbir şeyin tadını çıkaramıyor yeterince. yaşama açlığı gördüğüm bütün çocuklarda had safhada. hayvanat bahçesine mi gittiniz, önünüze ilk fok mu çıktı, çocuk mutlaka ta ötedeki kuşlara göz dikecektir. kuşlara geldinizse, gözü arkadaki fokta kalmıştır.

"bundan sonra nereye gideceğiz?" ya da biraz büyüdükten sonra "bundan sonra ne yapacağız? yarın doğum günü var iyi ama ya öbürgün?" "bu kitap bitince hangisini okuyacağız?" soruları bitmiyor.

yaşadığı anı bilerek, tadına vararak yaşayan bir çocuk ya da bir genç göremiyorum ortalıkta. acaba bu duygu bir güvensizlik, yarına, bir an sonraya güvenmeme duygusundan mı çıkıyor yoksa o anı, o yarını, o kitabı hep elde bir sayma doygunluğundan mı? işin içinden çıkamadım.


“gece metin’le tatlı bir söyleşiye daldık; iyi bir ağabeydir metin. yara almış aşkların üstüne kargaların, çaylakların üşüştüğünü anlattı. hemen üşüşüyorlarmış.

— yaz geçti, dedi, kış da geçer.”

“yine de bilmek başkaydı, iliklerinde duymak başka.”


--"eski şeylerin hepsine veda etmek istiyorum. ben de perulu dev gibi güney denizlerinin ormanları içine kendimi gömmek, istediğim gibi yaşamak, istediğim gibi sevişmek, istediğim gibi şarkı söyleyip yok olmak istiyorum."


--“annemin isteklerini kaç kere 'biraz sonra' diye ertelediğimi düşündüm. bütün çocukların büyüklerde bir tür ölümsüzlüğe inandığını, o yüzden, onların en ufak isteklerini bile 'nasılsa sonsuz bir zaman var' gerekçesiyle yerine getirmediğini.”


--“garip bir ölçü alışkanlık. sevgi, aşk, dostluk ancak bu ölçüye vurulduğunda anlam kazanıyor. en ufak ayrıntılarda bile. sözgelimi ben yeni bir giysiyle, bilmediğim bir yere kolayca gidemem. önce evde deneyip benim kılmalıyım onu, birazcık eskisin, bedenimin kalıbını alsın ki içinde özgürce davranabileyim. alışkanlık, kişiliğin gelişimini, kendini bulmasını sağlıyor evet ama bir sınıra kadar. sizi o sınıra götüren iti, bakıyorsunuz sınırda karşınıza dikilmiş, yolu tıkamış. o tuzağa düşmemeli. her büyük tutku gibi alışkanlık da fethi naci’nin deyişiyle: yıkımının tohumunu içinde taşıyor.”


--"manasız bir aşk dünyanın en güzel şeyidir, ama sevdiğin için şarkı söylemezsin, şiir yazmazsın, roman yazmazsın. sorarlar hep, sizin için yazılmış bir şiir var mı? var. edip’in var, turgut’un var, cemal’in var. ama bu onların aşkı düşünmelerini gösterir, beni düşünmelerini göstermez. insanların aşkı düşünüşleri vardır ve o düşünce bazen bir objeye rastlar. o karşılaşmayla içgüdü olarak başka türlü görünür, ama içeride aşk aynı aşktır."


"-sen hiç konuşmadın asıl. anlatsana...

-seni seviyorum mu diyeyim istiyorsun?

-hayır. o anlamda, kullanılan anlamda sevmediğini biliyorum. belki de yalnız o anlamda seviyorsundur, bilmem.

-yine de duymak istiyorsun ama. bir erkeğin bir kadına diyeceği şeyleri. o senin kadın yanın.

-ayıp mı? kötü mü?

-değil, seni sen yapan bir şey ama konuşmak beni bağlar.

-nasıl yani?

---şu kadarını söyleyebilirim. seni asıl yaşlılığında görmek isterdim. durgun, uzak, temizken her şey, barışta."


--“turgut uyar’la geçirdiğimiz bazı hırgürlü geceleri şimdi olsa kaldıramayacağımı biliyorum ama bütün güçlüklerine karşın fırtınalı bir aşkı, yavan, düz-ayak bir ilişkiye hâlâ yeğlediğimin de bilincindeyim.”


--pablo neruda ne iyi diyor, "yalnız kedi, baştan beri kusursuz biçimdeydi" diye. yere düşen bir gazete, yeni ütülenmiş bir çamaşır, yeni alınan bir eşya, hep kedi içindir. evin en rahat, en yüksek, en alımlı köşesini bulur ve kendine ayırır. kedi evi sever. o yüzden denizi bile aşıp bulur evini de, sahibini pek aramaz. sahipsizdir. yemek vererek gönlünü kazanamazsınız. sizi o seçer, görmeyince de unutur. bir daha gördüğünde, aradan hiç zaman geçmemiş gibi sürdürür ilişkiyi. kedi, kendi varoluşunun başlı başına bir mutluluk kaynağı olduğu inancındadır. ödün vermez. nankör sayılması bu yüzdendir sanırım. almaktan çok paylaşmayı sevenlerin hayvanıdır kedi. uyudu mu kinini de unutur.

Tomris Uyar