.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

22 Ara 2011

Yıldız Madalyalı Mektuplar



seni gerçekten hiç merak eden yok mu?
yok zaten etrafıma bir duvar ördüğümü
betonlaştığımı söylüyorlar
kimseyi dinlemiyormuşum
benimle diyalog imkansızmış
peki sizinle gerçekten ama gerçekten
ilgilenen yoksa siz ne yapardınız?
çocukken anjelik, özgürlüğün yolları
gazap üzümleri, şarkıcı josefine ya da
fare ulusu gibi kitapları okurduk
yanımıza bir tabak erik ve kiraz alıp
kardeşimle ben
babamın kitaplarıyla başladık işe
ben en çok savaş ve barış’a çarpılmıştım
okul çantamın içinden gizli gizli 9, 10 defa okudum
ben teksas’ı tommiks’e tercih ederdim
konyakçı hep aklımı karıştırırdı
donald ve varyemez’den en çok küçük yeğenlerini
ama hayır böyle yazmak istemiyorum
şey–daha çok başka birşey daha çok başka birşey
yazmak istiyorum
şöyle başlasam:
herhangi bir sonbahar günü...
herhangi bir sarılık...
kurumuş yaprakların üstünde yürüyoruz...
bir kağıt denizinin üstünde ilerler gibi...
benim adım virginie... seninki pol...


1. mektup (virginie’den pol’e)

sevgili pol,
birkaç günden beri dışarı çıkmadım.
sana yazdığım birkaç mektubu attım
çünkü kayısı tarlalarından bahsetmiyordu.
bahçeye sonbahar gelmiş olmalı.
bu mektubun sonbahar renklerinde
olmasını istiyorum.
bizi aynaların arkasından gözetliyorlar pol.
gerçek ve uzun sevgi insanları korkutuyor pol.
van gogh’un sarılarıyla arles’daki yaz
manzaralarının arasında yakın bir ilişki
var gibi bunu anlıyor musun pol?
yani onun arles’a gitmesi zorunluydu.
son olarak kargaları çizmesi de anlamlı.
bunun gibi bizim birbirimizden bunca uzak
tutuluşumuzun da bir anlamı var.
serada eğil camların üstünden kayıp giden
yağmur damlacıkları gibi bir duygu.
limon ağaçlarının arkasında seni düşünüyorum.
tavanda birkaç güvercin yuva yapmış.
böyle anlarda karşıda
ufukta bir yelkenli
senin yelkenlin belirir gibi oluyor.

"2. mektup (Pol’den Virginie’ye)

sevgili Virginie

bugün bütün gün bizi bir albatros takip etti.
albatros uzaktan beri bütün denizcileri etkiler.
onlar hiçbir efor sarfetmeden uçuyor gibidirler.
ayakları suyun üzerinde çırpınır.
havalanacağı sırada boynunu geri çekerek
ayrodinamik pozisyonunu alır.
bu şekilde atmosferin şiddetli akımlarına
karşı koyar uzun mesafeler kaydeder
ve yumurtasını çöl adalarına bırakır.
şimdi bilimadamları fark etti ki albatros
saatte 80 kilometreye yaklaşarak
tahminlerin 7 kat üstünde bir alanı kuşatır.
artık albatrosları bile uydu aracılığıyla
takip ediyorlar virginie.
her şeyi ölçüp biçiyorlar aşkları bile.
bugün bir denizci seyir defterine
şunları (incil’den) yazdı:
“muhakkak ki, hiç tartışmasız kabul
edilmesi gerekir ki, albatros’un
bütün performansları onu yaratan’a
adanan bir methiyedir...

3. mektup (virginie’den pol’e)

sevgili pol,

dün gece kayısı abajurun ışığında
defterime şunları not ettim
çünkü aşkımız kayısı renginde bir şey
ve bütün bunları düşündüğüm zaman
odaya altınsı bir ışık doluyor.
bütün inananların kalbine
görünmez bir biçimde şırınga
edilen o huzur ve kuvveti getiren
böylesi bir ışık mıdır diye düşünürken
o kadar dalmışım ki
masamın üzerine bırakılan
bir bardak sütü fark etmemişim bile.
her neyse sana olan aşkımın
bende yankılandırdığı o yüce duygulanımlara
en yaklaşan şeyler olduğu için, işte, dün gece
defterime kur’an’dan esinlenerek yazdığım cümleler:
...maddi varlıklar dünyasının son bulup gayb
aleminin başladığı nokatada rabbin meleği
belirdi. şeffaf kanatlarıyla. çok güçlü biri
ve güzel görünümlü ve doğruldu o en yüksek
ufukta iken. bir başka inişini de gördü onun
allah’tan gelen söz yüküyle. ve vahyedildi
vahyedilecek olan. son yağmurlar vaktinde
sarı yağmur sağanaklarıyla birlikte
rabbin meleği belirdi. şeffaf kanatlarıyla.
ok güçlü biri ve güzel görünümlü ve
doğruldu o en yüksek ufukta iken.
kayısı renginde ince bir şerit takip
ediyordu onu-olacak olanın oldurulması için...
aşkımız pol, yani tarçın...
biz ormandan, nehirden, tarçın kokulu kıyılardan
olan biz... evlerinin sağlam olduğuna inanan
sizsiniz. hiçbir zaman susmamak için, hiçbir
zaman susmamak için. ve biz, biz izlerimizi siliyoruz.
sonsuza dek......

4. mektup (Pol’den Virginie’ye)

sevgili Virginie,

‘her yerde su, su, su ama içecek tek damla yok.’
gemide tuhaf şeylerin oluşmasına o kadar alıştım ki.
tıpkı harikalar diyarındaki alis gibi.
biliyorsun orada kedi
“beni orada göreceksiniz” der ve kaybolur.
alis buna fazla şaşırmaz,
tuhaf şeylerin oluşmasına o kadar alışıktır ki...
gemide balk nac adında
‘damarlarında sır’rın demir tozu gibi’
dolaştığı bir denizci var.
sürekli sır’rı araştırıyor.
bunun için denizci olmuş.
yolunu şaşırmak istiyormuş çünkü.
serin bir tuz acısıyla anlattığı şeyler şunlar:
“dün ikindi vakti sır birden zamanını vurdu
ve bana dedi ki;
unuttun ve aştın aradığını,
ne mutlu ne yazık sana,
ne mutlu ne yazık sana,
artık dokunduğun her yerden sır çıkacak.”
ona bir gün birisi makendonya’da
“sana bir sır verecektim” diyor.
balk nac “sende kalsın” diyor
gecelemek için kaldıkları bir tünelin ağzında.
birden bir çığlık gibi duyuyor sesini;
bağırıyor tünelin derin gırtlağında-
“senin hakkında! senin hakkında!”
balk nac’ın bu anlattıkları bana kafka’nın
dediği bir şeyi hatırlattı,
orman saçlı virginie...

kafka der ki insan giz’i çözdüğü zaman
her şey değişecekmiş sanır ama
hiçbir şey değişmez.
yaşam olanca sıradanlığıyla devam eder.
belki balk nac’ın dediği gibi
unutur ve aşar aradığını.
“ne mutlu ne yazık ona”
yarın sana diğer denizcileri anlatacağım.
yaldrım mesela sürekli virgil* okuyor...
“falanca terazide tartıldı kalbi
doğrudur; çünkü bu kalp bir tüyden daha
ağır değil.”
dün bir dişi keçi yüzünden
gemide kavga çıktı. kavga bitince hepimiz
yıldızların altında derin bir uykuya daldık.
pilatius bütün gece horladı...

sinagog’un kılıcı viyana’da derler hala...
satir ise korkuç toprağın türküsünü söyler...
denizlerin korkunç fırtınalarla
çalkanlandığı anlar ise
bana salome’nin ya da lady godiva’nın
söyleyebileceği tarzda şeyler söyleyen
o şair’i anımsatır:
“odyseus’un sefere çıktığı tarihten bu yana
denize çıkmış bütün denizcilerle
yatmak isterim...”

5. mektup (virginie’den pol’e)

sevgili pol

denizciler çok ilginç ama beni
mikroskopik dünyanın kuantum tekinsizliği
daha çok ilgilendiriyor.
örneğin zar atan tanrı
askeri bir bilgisayarda rasgele bir hata ile
nükleer bir yangına sebep olabilir mi?
bunu bütün inançlılar hayırlar.
bana kalırsa bilgisayarlarda
‘soft error’lara sebep olan şey
bizzat tanrı’nın kendisidir.
fakat bu örnek, mikroskopik dünyanın
makroskopik dünyamıza sızıp bizi etkilemesinin
mümkün olup olmadığı sorusunu gündeme getirir.
fizikçi heinz r. pagels’e göre bu sorunun
cevabı evettir.
“soft error’lara bir başka örnek,
bir çocuğun ana rahmine düşüşü anında
dna moleküllerinin rasgele bileşimidir,
bu olayda kimyasal bağın kuantum özelliklerinin
rolü vardır. tamamen önceden kestirilemez olan
atomik olaylar yaşamımızı etkiler.
sevgili pol sana bu mektupta ek olarak
pagels’in şu notlarını gönderiyorum:

şüphe yok ki, kuantum belirlenemezliği yaşamımızı etkileyebilir. fakat şimdi iki delik deneyinin uygulamalarını düşünürsek bir bilmece ortaya çıkar. bu deneyin standart kopenhag yorumu, belirlenemezliğin - bohr’un olasılık dalgaları- dünyanın nesnelliğini, dünyanın bizim onu gözlemleyişimizden bağımsız olarak varlığı fikrini reddetmek zorunda olduğumuz anlamına geldiğini göstermiştir. örneğin elektron, uzayda bir noktada gerçek bir parçacık olarak, ancak biz onu doğrudan gözlemlersek vardır. bilmece şu ki, eğer belirsizlik nesnel olmama anlamına gelirse ve makroskopik insan dünyası önceden belli olmayan olaylardan etkileniyorsa, bu durum insan ölçüsündeki olaylarda nesnellik olmadığı –onların ancak biz onları doğrudan gözlemlersek var oldukları- anlamına gelir mi? yalnızca bir delikten geçen elektronun değil, fakat aynı zamanda tüm insan türlerinin tükenmesinin nesnelliğini de reddetmek zorunda mıyız?
dikkat edilmelidir ki, kuantum teorisinin kopenhag yorumuna sıkı sıkı bağlı kalırsak, o zaman, kuantum dünyasının tekinsizliği her günkü gerçekliğe sızabilir – yalnızca atomik dünya değil, tüm dünya nesnelliğini kaybeder. erwin schrödinger gerçekte kopenhag yorumunun ne kadar delice birşey olduğunu ve onun tüm dünyanın kuantum tekinsizliğine sahip olmasını gerektirdiğini göstermek üzere, kutudaki kedi diye isimlendirdiği zekice bir düşünce deneyi gerçekleştirdi. maalesef, kopenhag yorumunu eleştirmek olan bu deneydeki niyeti, anlaşılmak yerine çoğu zaman yanlış anlaşılmıştır. kuantum nesnelerinin tekinsiz gerçekliğinin alışılmış dünyada sergilendiğini görmek isteyen bazı kişiler, schrödinger’in deneyini durumun öyle olması gerektiğini göstermek üzere kullanmışlardır. fakat yanılmışlardır. matematiksel fizikçiler kutudaki kedi deneyini, özellikle de gözlemin fiziksel yapısını dikkatli şekilde analiz etmişler ve makro-dünyanın önceden belirlenemez olmasına rağmen, mikro-dünyanın tersine, nesnel olmamak zorunda olmadığı sonucuna varmışlardır.
bunun nasıl mümkün olduğunu anlamak için, ilk olarak, schrödinger’in kutudaki kedi deneyinin bir versiyonunu tanımlayacağız ve bunun aslında nasıl, alışılmış dünyanın nesnelliğinin sonu anlamına geliyor göründüğünü göreceğiz. daha sonra fiziksel gözlemleme işini daha yakından analiz edeceğiz ve kopenhag yorumunu makro-dünyaya uygulamak zorunda olmadığımız –kuantum tekinsizliği yalnızca mikro-dünyaydadır- şeklindeki alternatif görüşe varacağız.
schrödinger bir kedinin zayıf bir radyoaktif kaynak ve bir radyoaktif parçacık dedektörü ile birlikte bir kutuya kapatıldığını düşünmemizi önerdi. dedektör bir dakikada yalnızca bir defa çalıştırılır; radyoaktif kaynağın bu bir dakika içinde tespit edilebilir bir parçacık yayması olasılığının ikide bir ( ½ ) olduğunu varsayalım. kuantum teorisi bu radyoaktif olayın tespiti konusunda kestirimde bulunmaz; yalnızca olasılığı ½ olarak verir. eğer bir parçacık tespit edilirse, kutuda zehirli bir gaz çıkar ve kediyi öldürür. iyi kapatılmış olan kutu çok uzakta, dünyanın bir uydusundadır, bu nedenle kedinin canlı olup olmadığını bilemeyiz.
katı kopengah yorumuna göre, kritik dakika geçtikten sonra bile, kedinin belli bir durumda –canlı ya da ölü- olduğundan söz edemeyiz, çünkü maddi kişiler olarak gerçekte kedinin canlı ya da ölü olduğunu gözlemlemiş değiliz. durumu tanımlamanın bir yolu, ölü kedinin fiziksel durumuna bir olasılık dalgası, canlı kedinin fiziksel durumuna da başka bir olasılık dalgası vermektir. o zaman kedi, canlı kedinin dalgası ve ölü kedinin dalgasının eşit ölçümünden oluşan bir dalgaların üst üste koyulması durumu olarak doğru şekilde tanımlanmış olur. kutudaki kedi için bu üst üste koyma durumu gerçekler tarafından değil, olasılıklar tarafından belirlenir –makroskopik kuantum tekinsizliği. kedinin canlı ya da ölü olduğundan söz etmek, iki delik deneyinde elektronların hangi delikten geçtiğinden söz etmek kadar anlamsızdır. “elektron 1 numaralı ya da 2 numaralı delikten geçer” ifadesi de anlamsızdır. eğer hangi delikten geçtiğini gözlemlemezseniz, elektron, 1 numaralı ve 2 numaralı delikten geçmeye ilişkin olasılık dalgalarının eşit miktarda üst üste koyulması durumundadır. bu tekinsizliği elektronlar için kabul edebilirsiniz. fakat, burada, bir elektron için değil, bir kedi için aynı tür bir cümleye, “kedi ya ölüdür ya da canlıdır”, sahibiz. kediler, elektronlar gibi, bir kuantum asla-asla ülkesinde (idealler ülkesi) olabilirler.
şimdi içinde bir grup bilimadamı bulunan bir uzay gemisinin yörüngede dönmekte olan kutu içindeki kediyi incelemye gitiiğini ve kutuyu açtıkları zaman bir miyav sesiyle karşılaştıklarını –kedi canlıdır- varsayalım. bu olayın kopengah yorumu, bilimadamlarının kutuyu açarak ve bir gözlem yaparak kediyi belli bir kuantum durumuna –canlı kedi- soktukları şeklindedir. bu olay, ışık ışınlarıyla 1 numaralı veya 2 numaralı delikte elektronun yerini incelemeye benzer. uzay mekiğindeki bilimadamları için, kedinin durumu artık, canlı kedi ve ölü kedinin dalgalarının bir üst üste koyulması durumu değildir. fakat telekomünikasyon sistemleri bozuk olduğu için, yeryüzündeki bilimadamları kedinin canlı mı, ölü mü olduğunu bilmememektedirler. bu maddi bilimadamları için, kutudaki kedi ve kedinin durumunu bilen uzay mekiğindeki bilimadamları, hepsi hala canlı kedi ve ölü kedinin olasılık dalgasının üst üste koyulması durumundadırlar. üst üste koyma durumunun kuantum asla-asla ülkesi büyümektedir.
sonunda uzay mekiğindeki bilimadamları yeryüzündeki bir bilgisayarla iletişim hattı kurmayı başarırlar. kedinin canlı olduğu bilgisini bilgisayara iletirler ve bu bilgi manyetik bir bellekte saklanır. bilgisayarın bilgiyi almasından sonra, fakat belleğin dünyasal bilimadamları tarafından okunmasından önce, bilgisayar, dünyasal bilimadamları için üst üste koyma durumunun bir parçasıdır. son olarak, dünyasal bilimadamları bilgisayar çıktısını okuyarak, üst üste koyma durumunu bire indirirler. sonra yan odadaki arkadaşlarına anlatırlar vb. gerçeklik yalnızca onu gözlemlediğimiz zaman varlık haline sıçrar. aksi taktirde, deliklerden geçen elektron gibi, bir üst üste koyma durumunda vardır. makroskopik dünyanın gerçekliği bile, onu bu senaryoya gözlemleyene kadar nesnelliğe sahip değildir.
tekinsiz görünse de, bu, gerçekliğin standart kopenhag yorumudur. bunun gözlemlenen ile gözlemci arasında kesin bir çizgi olmasını gerektirdiğini görüyoruz. başlangıçta bu çizgi kutudaki kedi ve uzay mekiği bilimadamları arasında idi. onların kutuyu açmalarından sonra, çizgi uzay mekiği bilimadamları ve bilgisayar arasına geçti, vs. kedinin durumuyla ilgili bilgi bir yerden diğerine yayıldıkça, canlı kedinin nesnel gerçekliği de yayıldı. kopenhag yorumu gözlemci iel gözlemlenen arasında bir ayrım yapılmasını ister; onlar arasındaki çizginin nerede çizildiğini söyleyemez, yalnızca çizilmesi gerektiğini söyler.
bu kutudaki kedi deneyi değerlendirmesinde bizi rahatsız eden bir şey vardır. bir şekilde, atomların mikro-dünyasının standart nesnellikten yoksun olduğunu hissedebiliriz. fakat bu tekinsizlik, masaların, iskemlelerin alışılmış dünyasına girmeli midir? kopenhag yorumunda olacağı gibi, yalnızca biz onları gözlemlersek mi belli bir durumda var olurlar? kutudaki kedi deneyinin analizi bir gözlemin bilinç gerektirdiği fikrini verir. bazı fizikçiler, kopenhag görüşünün gerçekte bilincin var olması gerektiğini ifade ettiği görüşündedirler –bilinç olmadan maddi gerçeklik fikri düşünülemez. fakat eğer bir gözlemin ne olduğunu yakından incelersek, gerçekliğin bu aşırı görüşünün –bir bilinç tarafından gözlemlenene kadar masalar, iskemleler ve kedilerin bir varlıkları olmadığı görüşünün- sürdürülmesi gerekmediğini buluruz. kopenhag yorumu atomik dünya için geçerlidir ama, her zamanki nesnelerin dünyasına uygulanması zorunlu değildir. onu makro-dünyaya uygulayanlar bu işi gereksiz yaparlar. kuantum tekinsizliği makro-dünya için yoktur...