.

.
Üç çeşit meslek varmış : mühendislik,doktorluk,bir de hukukçuluk.Ben ressam olmak istiyordum.Babam böyle bir meslek olmadığını söyledi.Prens Paradoks'tan bahsetsem kim bilir ne der? Belki şimdi sizin yanınızda Dorian Gray'lik yaparım bir süre. Sonra beni Lord Henry'liğe terfi ettirirsiniz. Masrafı neyse veririm. Fakat bir sıfatla başlamak istiyorum. Bu çocuk ilerde büyük adam olacak gibi ne olduğu belirsiz bir tanımla değil..

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

23 Şub 2013

Eve Dönmek Mümkün mü?





Kandil’de çocuk arkadaşınızla karşılaşıyorsunuz...
19 yıldır dağdaydı. Ölüm haberini almaktan korkuyordum. Birden karşıma çıktı. Görür görmez tanıdım, sarıldık. Değişmişti. Fazla konuşmadık. Uzun uzun ona baktım; hâlâ yaşıyor oluşuna hayret ve şükranla. Kandil’dekilerle kişisel hikayelerini konuşmadım. Seçimleri o kadar net ki. Bir hikayeyi anlatmak için mesafe gerekiyor. Bana bu kitabı yaptıran o mesafedir belki. Bu toplumun dilini konuşan, hassasiyetlerini bilen biri olduğumu zannediyorum. Yoksa aşırı özdeşleşme ve propaganda ile kelimelerin manasını kaybederdim. Çocukken de öyleydi. İlkokuldan önce Türkçe öğrenmiştim. Sınıfta arkadaşlarımın ne dediğini öğretmene çoğunlukla aktarmak zorunda kalırdım. Belki de bir tercüman oluş bu. Yaşanan büyük acının kelimelerini bu tarafa aktarma ihtiyacı.

Azad: Dağa halay çekerek gittim
“Bizim mahallede 450 kişi gözaltına alındı. Özel Tim evimize postallarla girdi. Küfürler, bağırmalar arasında babamı aldılar. Babam apar topar götürülürken dönüp ‘Bir saniye’ dedi. Üzerinden bir Milli Piyango bileti çıkardı ve anneme ‘Bunu al’ dedi. O an annemle göz göze geldik, babamın bir daha dönmeyeceğini düşündüm. 36 gün işkencede kaldı. Ailem beni davul zurnayla dağa yolladı. Askere gitmek istemiyordum, arkadaşlarım dağdaydı. ‘Onlara karşı savaşmam’ diyordum. Babam ‘İyi düşündün mü?’ dedi, ‘zorluk var, açlık, soğuk, ölüm var.’ Ben ‘Tamam’ dedim. ‘Tek şartım var’ dedi, ‘eğer ihanet edersen oğlum değilsin.”

Kendal: Rüşvetle bile kalamadım
“İtalya’ya gidiyorum. Pazarlarda öyle bağıran adamları dinliyorum. Tıpkı bizim oradakiler gibi. Öyle iyi hissediyorum ki kendimi. Geçen sene Symi’deydim. Karşıdan memleket görünüyor. Görüyorsun, ama gidemiyorsun. Bu tuhaf bir çelişki. Yine bir defasında Kos Adası’ndayken bir arkadaşımız gitti ve bize Bodrum’dan kebap getirdi. Taraf olduğunu bilmesen Türk’ten iyi dost yoktur. 15–20 bin euro teklif ettim ki sırf Türkiye’de kalabileyim. Tanıdık, bildik herkese ulaşmaya çalıştım. Meclis’e kadar gittim. Ama olmadı.”

Baran: Acaba sofralarında ne var?
“Dağdasın, bazen bir köyün yakınından geçerken bir evin bacasından duman çıkıyor. Diyorsun ki: ‘Acaba hangi yemeği pişirdiler, sofralarında ne var?’ Ama gidemiyorsun. Evin ışığı yanıyor, senin evin yok. Bacası tütüyor, sen soğuktasın. Bizim dağa çıkma gerekçemiz insanca yaşamak içindi.”

Aspara: Amcamı tanıyamadım
“Yaz, babaannem, annem köydeyiz. Ben beş yaşındayım. Köyü askerler bastı. Gerillanın saklandığı dağa çıkacaklardı. Köyde kalan askerlerden biri bana uzaktan gülümsedi. O kadar güzel gülmüştü ki çocuk halimle karşılık verdim, ben de ona güldüm. Gelip beni kucağına aldı, sevdi. Büyüdüğümde onlara karşı savaşmak için dağa çıktım. Kandil’de o gülüşü çok hatırladım. İçimden ona ‘Bana gülüyorsun; ama sonra ailemi öldürüyorsun’ diyordum. Sorun elbette o asker değildi. Benim derdim o askerin arkasındaki güçleydi. Kandil’deyken amcamı görmeyi umuyordum. İlk karşılaştığımda tanımakta o kadar zorlandım ki, çok değişmişti. Sadece gözlerini seçebildim. 15 yıl savaşmıştı, çok ağır şeyler gördü.”

Azim: Dağdakilerin beli ince olur
“Kasatura ile geçici gömdüğümüz arkadaşlar vardı. Çatışma bitince daha derine gömmek üzere geliyoruz ki hayvanlar, cesetleri parçalamış, sadece kemikleri bırakmışlar. Kemiklerini toplayıp götürdüğümüz arkadaşlarımız oldu. Dağda hareket kabiliyetini desteklemek için siyah kumaş sararız, adı ‘ştuk’. 20-25 metre. Dağdakilerin bel kısmı ince olur. Kumaşın bir ucunu ağaca bağlar, döne döne belimize sarardık. Sonra ağaç yasaklandı. Çünkü baskın yediklerinde kaçamayanlar oldu.”

Rewan: Mağarada şiir okurduk
“Mağarada vakit romantik geçerdi. Lamba ışığında şiir okurduk, şarkı söylerdik. Bir an önce bahar gelsin isterdik. Dağa çıkan biri yüreğine taş basıp çıkar bir bakıma. Bir yere geçerken suların içinden yürüdük. Üşümüşüm, farkında değilim. Kar uykusu denir. Bir baygınlık geldi. Sulardan geçtikten sonra her tarafım yandı, o yanmadan sonra sızmışım. Ayaklarım, ellerim, yüzüm yanmış. Aniden gelen bir baygınlıktı. Şekiller dönmeye başladı. Bazı arkadaşların ayak parmakları donmuştu. Baygınlıktan dolayı benimki ilerlemiş. Vücudumun yanan yerlerinden kurtulmak istedim. Bir yandan da arkadaşları ilerlemek, yer değiştirmek zorunda. Onlara engel olmak istemediği için ‘Beni bırakın’ dedim. Bırakılırsam yaşayamayacağımı biliyordum… Arkadaşlar bırakmadı beni. Biri sıcak suyla ellerimi yıkadı. O zaman daha da yandım, ancak uçlarından kurtarabildik parmaklarımı.”

Şevin: Paramızı da yaktılar
“1990’da köyümüz yakıldığında 13 yaşındaydım. Çocuktuk, hiçbir şey bilmiyorduk. Asker gelip sabah beşte hepimizi köyün dışına çıkardı. Bütün erkekleri çırılçıplak soydu. Yengem herkesin önünde karda doğum yaptı. Erken doğumdu. Herhalde korkudan, bebek iki hafta erken geldi. Dayımın oğlunun elinde Kur’an vardı. Elinde bohçayla kaçmak isterken, askerler bohçayı alıp ateşe attılar. Kur’an’ı da alıp ateşe attılar. Parayı kurtarmak istedi, parayı alıp ateşe attılar. Kendileri de almıyordu o parayı…”


 dipnot bu defter bitti. şu anda elimde tuttuğum nedir? olsa olsa, dünyanın bir görünümü. bununla hiçbir şey bitmiyor.

çıkış yolu bulmaya çalışmak kabak tadı verir bazen. kontrolün insanı doğru yola sokacağı düşünülse de, delik deşik eden tarafı düşünülmez pek. daha mutlu olabilir miydik? şüpheleri kontrol etme çabasının aslında onların benliğimizdeki kontrolü olduğunu görmek, arafta kalmak gibi bir şey sanırım. ne bileyim aşkı meşki geçtim; insanlığımızı sorgulayalım biraz. ırkçılık kaçınılmaz bir noktada; ingilizler hindistan'a bulaşmasaydı, fransızlar cezayir'le oynaşmasaydı, gotlar gelmeseydi e malumunuz kürtler bi şeyler talep etmeseydi hayat farklı olur muydu?

Bejan Matur